E- ISSN: 3023-6215
ANATOLIAN JOURNAL OF GENERAL MEDICAL RESEARCH - Anatol J Med : 11 (2)
Volume: 11  Issue: 2 - 2001
CLINICAL RESEARCH
1.The Approach To The Treatment Of Locally Advanced Breast Cancer in Turkey
Ragıp Kayar
doi: 10.5222/terh.2001.13749  Pages 41 - 44 (944 accesses)
Yerel ileri meme kanserinde ülkemizde yayınlanmış bulunan tüm çalışmalar incelenerek (evre 3A, 3B ve enflamatuvar tip) yaklaşım ortaya konmuştur. GEREÇ ve YÖNTEM: Türkiye Meme Hastalıkları Bibliyografisi (1,2 ve 3 üncü ciltler) ile son üç Ulusal Meme Hastalıkları kongresinde (1997, 1999 ve 2001) sunulmuş posterler incelenerek konuya ilişkin çalışmalar değerlendirmeye alındı. BULGULAR: Primer kemoterapi sonuçlarının bildirildiği 9 çalışmada yanıt oranı %51-95 arasında değişmektedir. Cerrahi uygulamaların bildirildiği 15 çalışmada meme koruyucu cerrahi (MKC) uygulaması yalnızca 3 çalışmada (%20) vardı. Bu üç çalışmada MKC oranı tüm cerrahi uygulamalar içinde sırasıyla %10, %10 e %82 olarak bildirilmiştir. 5 yıl yaşam oranı bildirilen 4 seride bu oran %35-59 arasında değişmektedir. SONUÇ: Ülkemizde yerel ileri meme kanserine yaklaşım genellikle mastektomi ile başlamaktadır. Primer kemoterapi uygulamaları ise giderek artan sayıda merkezlerde uygulanmaya başlanmıştır. Meme koruyucu cerrahi ise henüz birkaç merkez dışında uygulanmamaktadır.
AIM: All the related papers and presentations tlıat were performed in Turkey were reviewed. The approach to the locally advanced breast cancer in our country was evaluated. MATERIAL and METHODS: The Turkish Bibliography of Breast Diseases (between 1993-2000) and the abstract foooks of the last three National Congress of Breast Diseases were reviewed. RESULTS: Only 9 series relating primary chemotherapy had been reported in locally advanced breast cancer. The response rate to primary chemotherapy was between 51-99 percent 5 year overall survival rate vas 35, 51, 53 and 59 percent in four published series. Among 15 reported series about surgical treatment of locally advanced breast cancer, there were only 3 series that breast conserving surgery was performed. In these three series, breast conservation rate was 10, 10 and 82 percent in order. CONCLUSION: Mastectomy is the primary therapy in locally advanced breast cancer in Turkey yet. Primary eltemotherapy has been performed only in a few center. So breast conserving surgery has been performed seldomaly.

2.Locally Advanced Gastric Cancers With Invasion To The Adjacent Organs
Adem Güler, Mehmet Erikoğlu
doi: 10.5222/terh.2001.74340  Pages 45 - 48 (806 accesses)
AMAÇ: Bu çalışmada Ocak-1995 ve Aralık 2000 tarihleri arasında Ege Ü.T.F. Genel Cerrahi kliniğinde komşu organlara invaze ileri evre mide kanseri tanısı alan 44 hasta geriye dönük olarak incelendi. GEREÇ ve YÖNTEM: Hastalar yakınmalarına ameliyat bulgularına, tümör yerleşimlerine, peritoneal ve/veya lentafik tutulum ile karaciğer metastazı olup olmadığına göre değerlendirildi. BULGULAR: İnkürabl olmayan 23 hastaya küratif amaçlı gastrektomi ile birlikte invaze organ rezeksiyonu uygulandı. İnkürabi faktörleri olan 21 hastaya ise paiyatif amaçlı operasyon uygulandı. SONUÇ: Komşu organlara invaze ileri evre mide kanser cerrahisindeki tüm çabamız; yaygın peritoneal yayılım, yaygın lenfatik tutulum ve karaciğer metastazı gibi irrezekabl faktörleri olmayan hastalara gastrektomi ile birlikte invaze organ rezeksiyonu uygulamaya yönelik idi. Toplam 44 olgunun 23'üne (%52) kürabl rezeksiyon yapabilmemiz bunu doğrulamaktadır.
AIM: In this study a total of 44 patients with locally advanced gastric cancer with invasion to adjacent organs were evaluated retrospectively. MATERIAL and METHOD: The patients were evaluated according to the preoperative data including tumor localization, nodal status and presence of hepatic metastasis. RESULTS: Twenty three patients underwent potantially curative resection of stomach with the invaded organ. A palliative operation was perforamed for the patients who were unrescetable for cure. CONCLUSlON: In the patients locally advanced gastric cancer with invasion to the adjacents organs and without ffactors excluding curative resection such as peritoneal and extensive nodal involvement and hepatic metastasis, the goal of surgical therapy was potentially curative resection of stomach concomittant with the invaded adjacent organ. Here we achieved this in 52 percent of our cases.

3.Surgial Technique of Ureteropelvic Junction Obstruction in Childhood
Tunç Özdemir, Hasan Deliağa, Ahmet Arıkan
doi: 10.5222/terh.2001.30075  Pages 49 - 53 (1020 accesses)
AMAÇ: Çocukluk çağında görülen üreteropelvik bileşke (ÜPB) darlıkları içinde uyguladığımız inzisyonlar ve onarımda seçtiğimiz cerrahi teknikleri karşılaştırmak. GEREÇ ve YÖNTEM: Kliniğimizde 1995-2000 yılları arasında ÜPB darlığı nedeniyle ameliyat edilen 100 hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastaların ortalama yaşı 5.6 (3ay ile 16 yaş aralarında idiler. Hastaların 61'inde (% 61) ÜPB darlığı solda, 31 (% 31) hastada sağda idi. Sekiz hastada ÜPB darlığı bilateraldi (% 8). Toplam yüzdört ameliyat yapıldı. Kırk beş böbreğe Scardino pelvik flep pyeloplastisi (% 43), 26 böbreğe Anderson-Hynes dismembered pyeloplasti (% 26), 18 böbreğe ise Y-V pyeloplasti uygulandı (%17). İşlevsiz böbrek nedeniyle 15 böbreğe nefroktomi uygulandı (14). Ameliyatlarda, böbreğe ulaşma yöntemi çeşitli idi. Anterior ekstraperitoneal yol 53 ameliyatta kullanıldı (% 51). Kırk altı böbreğe anterior transperitoneal yolla ulaşıldı (% 44). Flank inzisyonu ise 5 ameliyatta tercih edildi (% 5). İnternal üreterik stent ve Mallecot nefrostomi, Y-V plasti uygulanan hastalar dışındaki tüm pyeloplasti ameliyatı uygulanan hastalarda kullanıldı. Pyeloplasti uygulanan tüm hastalara, perirenal bölgeye penroz dren kondu. BULGULAR: Pyeloplasti uygulanan hastaların tümünde başarılı sonuç alındı. Hiçbir hastada yara yeri komplikasyonu veya perirenal ürinoma gelişimi izlenmedi. Sekiz hastada nefrostomi ve stentlerin çekilmesinden sonra penroz drenden hafif idrar kaçağı izlendi ancak hiçbir hastada kaçak postoperatif 11. günden sonra devam etmedi. SONUÇ: Çocukluk çağında ÜPB darlığı için uygulanan pyeloplasti tekniğinin seçimi, ameliyat sırasında ÜPB'nin anatomisi değerlendirilerek yapılmalıdır. Dar segmentin uzunluğu, üreterin pelvise giriş yeri tekniğin seçiminde önemlidir. Scardino pelvik flep pyeloplasti, dar üreter segmentinin uzun olduğu tüm hastalarda başarı sağlayacak güvenilir bir yöntem olarak görülmektedir. Anterior ekstraperitoneal inzisyon ise böbreğe ulaşmada en uygun yoldur.
AİM: To evaluate tlıe incisions and surgical tecniques for the repair of ureteropelvic junction (UPJ) obstrution in childhood. MATERIAL and METHOD: One hundred children underwent open surgical intervention for pelviureteric jnnction obstraction between 1995-2000. Average age of patients was 5.6 (3 moon to 16 yrs). Lesions were on left the side in 61 patients, on right side in 31 and bilateral in eight. A total of 104 operations were performed: Scardino pelvic flap pyeloplasty technique was employed in 45 patients (43%), Anderson-Hynes dismembered pyeloplasty technique in 26(26%), Y-V pyeloplasty technique in 18 patients (17%). 15 patients underwent nephrectomy beeause of non-functioning kidneys (14%). Surgical approach varied; anterior extraperitoneal approach was selected in 53 patients (51%) forty-six patients were operated via anterior transperitoneal approach (44%) and flank incision was preferred in 5 patients that underwent pyeloplasties space patients with Y-V plasties. A penrose drain was inserted to perirenal space and placed near anastomosis to all patients with pyeloplasties. RESULTS: Successsful results were obtained with all pyeloplasty technique. None of the patients suffered any wound complications or perirenal urinoma. Mild urinary leak drained with penrose drains was observed in 8 patients after removal of the nephrostomy and stent but did not continue after eleventh postoperative day. CONCLUSIONs Surgical tecnique has to be chosen peroperatively in UPJ obstruction in childhood. Length of the stenotic segment, place of insertion of the ureter to the pelvis are importante Scardino pelvic flap pyeloplasty seems a safe and effective technique to employ in the patients whose stenotic ureter segment is long. Anterior extraperitoneal incision is the safest route to reach the kidney.

4.Qt Dispersion in Hypertensive Patients And Its Relationship With Left Ventricular Hypertrophy
Mert Özbakkaloğlu, Cenk Demirci, Çiğdem Erten, Faruk Ergönen, Coşkun Yavuzgil
doi: 10.5222/terh.2001.21549  Pages 54 - 58 (992 accesses)
AMAÇ: QT dispersiyonunun artması, konjestif kalp yetmezlikli, hipertrofik kardiyomyopatili ve geçirilmiş myokard enfarktüslü hastalarda kalbe bağlı ani ölüm riskini arttırmaktadır. Hipertansif hastalardan özellikle sol ventrikül hipertrofisi olanlarda ani kardiyak ölüm riski yüksektir. Çalışmamızda esansiyel hipertansiyonlu hasta grubunda QT dispersiyon artışının olup olmadığı ve bunun sol ventrikül kitlesi ile ilişkisi araştınlmıştır. GEREÇ ve YÖNTEM: Hipertansif grup olarak 24'ünde sol ventrikül hipertrofisi saptanan toplam 48 hasta çalışmamızda değerlendirilmiştir. Kontrol grubu olarak ise 30 sağlıklı birey değerlendirilmiştir. Çalışma ve kontrol grubunda değerlendirilen toplam 78 olgunun tamamen QT dispersiyonunu ölçmek amacı ile 12 derivasyonlu yüzeysel EKG çekimi ve sol ventrikül hipertrafısini değerlendirmek amacı ile de ekokardiografik inceleme yapılmıştır. Çalışmanın istatistiksel değerlendirilmesinde hipertansif hastalar sol ventrikül hipertrofisinin olup olmamasına göre iki alt gruba aynlmışlardır. BULGULAR: Çalışmamızda hipertanaif hasta grubunda sağlıklı gruba göre QT dispersiyonunun anlamlı derecede artmış olduğu bulunmuştur (p>0.01). Sol ventrikül hipertrofisi olan hasta alt grubunda hipertrofisi olmayan alt gruba göre daha yüksek QT dispersiyonu değerleri (p>0.05) ve sağlLlı: lı normal kan basincı değerlerine sahip gruba göre ise çok daha yüksek değerler (p>0.01)elde edilmiştir. Bununla birlikte sol ventrikül hipertrofisi olmayım hasta alt grubunun QT değerlerinin ortalamalan da sağlıklı kontrol grubundan yüksek bulunmuştur (p>0.05). Hipertansifhasta grubunda QT dispersiyonu değeri ile sol ventrikül kitle indeksi değerleri arasında anlamlı ilişki saptanmıştır (p>0.01). QT dispersiyonu değerlerinin kalp hızma göre düzeltilmesi ile elde edilen QT dispersiyonu değerleri ile de binzer sonuçlar elde edilmiştir. SONUÇ: Çalışmamızda hipertansifhasta grubunda normal kan basıncı değerlerine sahip sağlıklı kontrol grubuna göre artmış QT dispersiyonu değeri elde edilmiştir. Sol ventrikül hipertofisi olan hipertansiflerde bu değer artışı daha fazla gözlenmiştir. Bunula birlikte sol ventrikül hipertrofisi olmayan hipertansiflerde de sağlıklı gruba göre artmış değerler bulunmuştur. Sol ventrikül hipertrofisi olmadığı durumlarda dahi yüksek basıncı ile QT dispersiyonu arasmda saptanan bu ilişki nedeni ile yüzeysel EKG'den elde edilen QT dispersiyonu ölçümlerinin, kalbe bağlı ani yüksek ölüm riski altmda bulunan yüksekkan basınçlı bireyleri saptamada kullanılabilecek basit, girişimci olmayan bir test olduğu sonucuna varılmıştır.
AIM: Increased QT dispersion is associated with sudden cardiac deathin congestive heart failure, hypertrophic cardiomyopathy, and following acute myocardial infarction. Patients with hypertension, in particular those with left ventricular hypertrophy, are also at greater risk of sudden cardiac death. We examined the incidence of QT dispersion in essential hypertensive group and its correlation with left venticular hypertrophy. METHODS: In this study, 48 hypertensive patients were evaluated, 24 of them had left ventricular hypertrophy and the remainder did not. As a control group 30 normal patients were examined. All the 78 subjects had a routine surface 12-lead electrocardiogram, QT dispersion measured from that, and two-dimensional echocardiography performed to determine left ventricular hypertrophy in the statistical evaluation of the study, subjects were grouped as hypertensives and normotensives, Hypertensives were classified two subgroups whether they had left ventricular hypertrophy or not. RESULTS: In our study, hypertensive patients had significantly increased QT dispersion values compared to normotensive control group (p<0.01), Hypertensive patients, those with left ventricular hypertrophy had significantıy higher values than those without hypertrophy (p<0.05) and vecy high values compared to normotensive group (p<0.01). On the other hand, hypertensive patients who did not have left ventricular hypertrophy, also had higher values than normotensives. In the hypertensive patient group significant corelation was found between QT dispersion and left ventricle mass index (p>0.01). Similar findings were obtained when QT dispersion value was also corrected for heart rate (QTc dispersion). CONCLUSION: In this study, increased QT dispersion is found in those essential hypertensives compared to normotensives. Hypertensive patients that have left ventricle hypertrophy are more susceptible to increased QT dispersion. Patients with elevated blood pressure without left ventricle hypertrophy are also prone to increased QT dispersion. Since this relationship persist even in the absence of left ventricular hypertrophy, measurement of QT dispersion, might be a simple, noninsavive screening prmedure of indentify those hypertensives at greatest risk of sudden death.

CASE REPORT
5.Our Results of Complete Subtalar Relase in Surgical Treatment of Clubfoot
Haluk Ağuş, Serdar Pedükcoşkun, İsmail Küçüktaşı, Ali Reisoğlu
doi: 10.5222/terh.2001.40360  Pages 59 - 63 (963 accesses)
AMAÇ: İdiopatik Talipes Ekinovarus (PEV) deformitesinde uygulanan Tam Subtalar Gevşetme ameliyatının etkinliği geriye dönük değerlendirmektedi.r GEREC VE YÖNTEM: SSK Tepecik Eğitim Hastanesi, 2. Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde 1988-996 yılları arasında 28 hastanın 34 PEV deformiteli ayağına Tam Subtalar Gevşetme ameliyatı yapılrmş, en az 24 ay, ortalama 47 ay (24-86) izlenmiştir. Ameliyat kararı Mc' Kay kriterleriyle alınmış, hastaların tümünde Cincinnati kesisi kullanılmıştır. BULGULAR: Olgular Simons kriterlerine göre %80 yeterli, %20 yetersiz olarak değerlendirilmiştir. SONUÇ: Buna göre Tam Subtalar Gevşetme ameliyatının, kalkaneusun 3 düzlemdeki dönüşünü düzeltebilen başarılı bir teknik olduğu, ancak rijit ayaklarda ve 2 yaşın üstündeki olgularda komplikasyon oranının arttığı sonucuna varılmıştır.
AIM: We have evaluated the efficiency of complet subtalar release on pes equinovarus deformity retrospectively. MATERIAL and METHOD: Thirty-four complete subtalar release (CSTR) operations were performed on 28 patients 1988-1996. The average follow-up was 47 months with a minimum of 24 months. The indication for surgery was established as defined by Mc Kay. Surgery was performed using the Cincinnati incision. RESULTS: Evaluation was made according to the Simons criteria. Eighty percent of results were classified as satisfactory, 20% as unsatisfactory. CONCLUSION: We conclude that complete subtalar release is an efficient producere for correcting the tree dimensional deformity of calcaneum. The complication rate has increased in cases with rigid feet and if patient's age was over 2years.

6.Two Cases With Diamond-Blackfan Anemia
Gülben Sözen, Esra Arun Özer, Meral Türker, Ali Rahmi Bakiler, Can Öztürk, Sümer Sütçüoğlu
doi: 10.5222/terh.2001.58812  Pages 64 - 67 (1198 accesses)
Diamond-Blackfan anemisi süt çocuğu döneminde görülen nadir bir konjenital anemi tipidir. Özellikle baş ve üst ekstremiteleri tutan anomaliler, bildirilen olguların % 25'inde vardır. Bu hastalık bilinmeyen nedenle ya da altta yatan kronik hemolitik hastalığa eşlik eden çocukluk çağı geçici eritroblastositopenisinden ayrılmalıdır. Burada görülmesi nedeniyle Diamond-Blackfan anemili iki süt çoçuğu olgusu sunulmaktadır. Birinci olguda hipospadias ve pilonidal sinüs, ikinci olguda doğuştan kalp hastalığı olmak üzere doğmalık anomaliler mevcuttur. Her iki olgu da prednizolon tedavisine iyi yanıt vermiştir
Diamond-Blackfan anemia is a rare congenital hypoplastic anemia that is usually presented in infancy. A number of congenital anomalies, involving particularly the head and upper limbs, are present in about 25% of reported patients. This condition must be differentiated from transient eryhtroblastopenia of childhood, which occurs in children for unexplained reasons or is associated with an underlying chronic hemolytic disease. Here in we present two infants with Diamond Blackfan anemia due to its rarity. They had congenital abnormalities and each showed good response to prednisolone therapy.

OTHER
7.Evaluation of Turkish Bibliography of Breast Diseases: A Riview of three volumes
Ragıp Kayar
doi: 10.5222/terh.2001.24808  Pages 68 - 70 (793 accesses)
İlk (1933-93), İkinci (1994-96) ve burada incelenen üçüncü cildi (1997-2000) ile meme hastalıkları konulu tüm Türkçe makaleler kayda geçirilmiş oldu. Geçmişe yönelik araştırmalar için en azından sağlam bir künye oluşturuldu. İlk ciltte 900, ikinci ciltte 327 ve 3. ciltte 441 olmak üzere toplam 1668 makale konularına göre dizilerek sunuldu. İlk ciltteki makalelerin yalnızca künyesi verilirken, son ciltte ilk kez kısa özete yer verildi. 1996 ve öncesinde yayınlanmış makalelere yapılan atıflar 2. ciltte, 1997 ve sonrasındaki atıflar ise 3. ncü ciltte "ATIF DİZİNİ" olarak sunuldu. Buradaki çalışma ülkemizde meme hastalıkları alanında yapılan araştırmaların sayılarının son 5 yıl içinde hızla arttığını, bu artışta Radyoloji ve Patoloji'nin başı çektiğini, Cerrahi ve Tıbbi Onkoloji'nin ise onları izlediğini ortaya koymuştur.
AIM: Turkish literatüre in the subject of Breast Diseases was classifed from 1933 to 2001 and published papers were listed in a three volume bibliography Totally 1668 articles were reviewed and registered aecording to their subjects. Citation index has been established since 1997. Last two volumes has citations. The number of citations was 362 (184 of them were before 1997).

LookUs & Online Makale