E- ISSN: 3023-6215
ANATOLIAN JOURNAL OF GENERAL MEDICAL RESEARCH - Anatol J Med : 18 (3)
Volume: 18  Issue: 3 - 2008
CLINICAL RESEARCH
1.The Incidence Of The Vaginal Infections in Early Pregnancy
Hüseyin İvit, Atilla Köksal, Külal Çukurova, Hakan Yetimalar, Adnan Keklik, Aşkın Yıldız, Murat İnceoğlu
doi: 10.5222/terh.2008.58823  Pages 109 - 111 (985 accesses)
AMAÇ: Araştırmanın amacı erken gebelik dönemlerinde vajinal infeksiyonlann sıklığını araştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Polikliniğimiz Mart 2007 ile Mart 2008 tarihleri arasında başvuran 1-3 aylık gebelerden rutin gebelik kontrollerinin yanında vajinal yayma alınmış ve Patoloji Laboratuarında değerlendirilmiştir. Çalışmaya 137 gebe alınmıştır. BULGULAR: Bu gebelerden 23 'ün bakterial vaginozis, 14'ünde kandida vaginalis, 7'sinde trikom on as vaginalis saptanmıştır. 3 hastada ise aynı anda hem bakterial vaginozis hem de trikomonas vaginalis görülmüştür. SONUÇ: Tanı ve tedavisi kolaylıkla yapılabilen bu infeksiyon etkenlerini saptamada gebelerin ilk 3 ay kontrollerinde vajinal yayma yapılmasını öneriyoruz.
AIM: This research has aimed to determine the prevalance of the vaginal infections in early pregnancy. MATERIALS AND METHODS: Vaginal smears besides the routine follow-up examinations had been taken from the first trimester pregnant patients admitted to our polyclinics between March 2007 and March 2008. The vaginal smears had been assessed in our pathology department's laboratory. 137 pregnant patients were included to our study. FINDINGS: 23 patients had bacterial vaginosis, 14 of them had candida vaginalis and 7 had trichomonas vaginalis. 3 patients had both bacterial vaginosis and trichomonas vaginalis. CONCLUSION: We suggest that vaginal smear examinations should be done in first trimester of pregnancy to determine the infections which can be treated easily.

2.Knowledges About Blood And Blood Components Transfusion of Midwifery And Nursing Students
Zeynep Güneş, Hüsniye Çalışır, Zeynep Çiçek
doi: 10.5222/terh.2008.43334  Pages 112 - 118 (1657 accesses)
AMAÇ: Araştırmanın amacı, hemşirelik ve ebelik bölümü üçüncü ve dördüncü sınıf öğrencilerinin güvenli kan transfüzyonu uygulamasına ilişkin bilgi düzeylerinin saptanmasıdır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışma, tanımlayıcı ve kesitsel bir çalışmadır. Çalışma Adnan Menderes Üniversitesi Aydın Sağlık Yüksekokulu hemşirelik ve ebelik bölümlerinin üçüncü ve dördüncü sınıfında okuyan 135 öğrenci ile 2008 yılında yapılmıştır. Elde edilen veriler sayı ve yüzde olarak değerlendirilmiştir. BULGULAR: Araştırmaya katılan öğrencilerin büyük bölümü kan transfüzyonunun genellikle uygulandığı durumları ve transfüzyonun temel ilkelerini, % 74.1 'inin Hepatit B, C ve HIV virüsünün kan ve kan ürünleriyle bulaştığını, tamamına yakınının transfüzyon sırasında tepkisinden kuşkulanıldığında transfüzyonun durdurulması gerektiğini bildikleri belirlenmiştir. Ürtiker dışındaki akut transfüzyon tepkisi belirtilerini öğrencilerin yaklaşık 3/4'ü doğru olarak yanıtladıkları görülmüştür. Öğrencilerin çoğunluğunun ise kan torbası etiketinde bulunan bilgileri ve kanın veriliş süresini, yaklaşık üçte birinin kan ürünlerini verıneden önce çapraz uygunluk testinin yapılması gerektiğini bilmedikleri görülmüştür. SONUÇ: Öğrencilerin en önemli insan hatası olarak bildirilen hastaya yanlış kan verilmesine neden olabilecek çapraz uygunluk testi ile ilgili bilgilerinin yetersiz olduğu, transfüzyonun temel ilkelerine ilişkin bilgilerinin ise yeterli olduğu belirlenmiştir.
AIM: This research aimed to determine the knowledge about safe blood transfusion of third and fourth class students in nursing and midwifery school. MATERIAL AND METHOD: This study is descriptive and cross-sectional. It was done with 135 students in third and fourth class in nursing and midwifery department in Adnan menderes University Aydın School of Health in 2008. The data analyzed at the SPPS program with number and percentage values. FINDINGS: lt was determined that most of the students had enough knowledge about transfusion fundamentals and indications, 74.1 percent of students had knowledge about transmission ofhepatitis B, C and HIV virus by blood transfusion, lmost all of them had known it is necessary to stop the transfusion when there is suspected symptoms of transfusion reaction. Al most three-fourths of students had known accurately the acute transfusion reaction findings except urticarialitching. A signifıcant part of students had not interpreted the label information on the bloodbag and infusion time, while one third of students had not known the necessity of compatibility tests before the transfusion. CONCLUSION: It was deterrnined that students had inadequate infoonation about compatibility testing just before the transfusion and their information about transfusion fundamentals was adequate

3.Detection of Gestational Diabetes Mellitus Prevalance in Pregnant Patients With Oral Glucose Tolerance Test And Evaluation of Predisposing Factors
Adnan Keklik, Atilla Köksal, Burcu Kasap, Sümeyra Günay, Taner Mutlu, Aşkın Yıldız, Hüseyin İvit, Külal Çukurova, Hakan Yetimalar
doi: 10.5222/terh.2008.73965  Pages 119 - 123 (1101 accesses)
AMAÇ: Bu çalışmamızda sağlıklı gebelerde oral glukoz tolerans testi (OGTT) ile gestasyonel diabetes mellitus (GDM) prevelansını ve GDM için hazırlayıcı olan etkenleri saptamayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: 1 Nisan 2004 île 1 Nisan 2005 tarihleri arasında polikliniğimize başvuran 24 haftadan küçük gebelikleri olan ve daha önce diyabet ya da GDM tanısı almamış, önceki gebeliklerinde de preeeklampsi, hipertansiyon, eklampsi öyküsü ya da sistemik hastalığı bulunmayan tekil gebeliği olan gebeler çalışmamıza alındı. Gebelerin rutin izlemleri sırasında 24 ile 28. gebelik haftaları arasında vücut kitle indeksleri hesaplandı, 10-16 saatlik açlık döneminin ardından açlık kan şekerleri bakıldı, obstetrik Doppler US ve obstetrik anomali US'u yapıldı. Yine bu gebelere 3 günlük 300 gram karbonhidrat içeren diyet sonrası 100 gr oral glukoz ile tolerans testi yapıldı. Daha sonra çalışmaya alınan gebeler OGTT ile gestasyonel diabetes rneliitus tanısı konulan ve konulmayan gebeler olarak gruplara ayrıldı ve yaş, doğum sayısı, aile öyküsü, gebelik öncesi ağırlık, gebelik öncesi vücut kitle indeksi, 24. haftaya kadar olan kilo artışı ve 24. haftadaki vücut kitle indeksi açısından karşılaştırıldı. BULGULAR: Amerikan Diabet Kumlu kriterlerine göre 6 gebeye GDM tanısı konuldu. Gruplar arasında yaş, doğum sayısı, gebelik öncesi kilo ve 24. haftadaki kilo açısından istatiksel anlamlı bir fark bulunamadı. GDM saptanan çalışma grubunda ise ailede diyabet öyküsü, gebelik öncesi vücut kitle indeksi ve 24 haftada alman kilo ortalaması istatiksel anlamlı olacak şekilde yüksek bulundu. SONUÇ: Gestasyonel diabetes mellitus prevalansı çalışmamızda %6 olarak saptanmıştır ve elimizdeki sonuçlara göre gestasyonel diabetes mellitus gelişimine zemin hazırlayan faktörler aile öyküsünde diyabet varlığı, gebelik öncesinde VKİ'nin fazla olması, 24. gebelik haftasında alınan kilonun fazla olması olarak yorumlanmıştır.
AIM: To determine the prevelance of gestational diabetes mellitus (GDM) and the predisposing factors for GDM in healthy pregnant patients by using oral glucose tolerance test. MATERIAL AND METHOD: The singleton pregnant patients who were admitted to our polyclinic between the dates of April 1st 2004 and April 1st 2005 being smaller than 24 week and not having the diagnosis of either diabetes or gestational diabetes mellitus and not having the history of preeclampsia, hypertension, eclampsia in their previous pregnancies and also not having any systemic diseases were ineluded to our study. During routine follow up, body mass index (BMI) of the pregnant patients between the 24 and 28 weeks was calculated, fasting blood glucose levels were deteeted following 10-16 hours of starvation, obstetric Doppler US and obstetric anomaly scan. 100 gr oral glucose tolerance test was applied again to those pregant patients following 3 days of 300 gr of carbohydrate containing diet. Than pregnant patients were grouped into patients having GDM or not. Comparisons were ade about terms of age, number of deliveries, family history, weight before pregnancy, body mass index before pregnancy, weight gain up to 24 weeks of gestation. FINDINGS: 6 patients were diagnosed as GDM according to American Diabetes Association. No statistically significant difference was diagnosed in terms of age, number of deliveries, weight before pregnancy and weight at 24 th week of gestation between the groups. In GDM diagnosed group family history of diabetes, body mass index before preganey and mean weight gain during 24 weeks were statistically significant. CONCLUSION: Gestational diabetes mellitus prevalance was detected as 6% and according to our findings the factor leading to gestational diabetes mellitus were commented as having family diabetes history, higher BMI before pregnancy, higher weight gain during 24 weeks of gestation.

4.Etiologic Evaluation of Our Patients With Fecal Incontinence
Ergün Yücel, İlker Sücüllü, Ali İlker Filiz, Yavuz Kurt, Sezai Demirbaş
doi: 10.5222/terh.2008.37039  Pages 124 - 128 (1139 accesses)
AMAÇ: Çalışmada, kliniğimize Haziran 2003 - Haziran 2008 tarihleri arasında fekal inkontinans yakınması ile başvuran, Wexner skoru 8 ve üzeri olan hastaların, öykü, klinik bakı ve laboratuvar uygulamalar sonrasında etiyolojik sebeplerini ortaya koymayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya 38 erkek ve 20 kadın olmak üzere toplam 58 hasta alındı. Erkeklerin yaş ortalaması 31 (20 - 78 yıl) kadınların yaş ortalaması ise 54 (30 - 83 yıl) idi. Hastalar Wexner kontinans derecelendirme skalasına göre değerlendirildi. Değerlendirme sonuçlarında çalışmaya alınan hastalara anal manometri ve diğer tanısal testler yapıldı. BULGULAR: Wexner kontinans derecelendirme skalasına göre erkek hastalarda skor, ortalama 12,4 (8 - 16), kadın hastalarda 11,3 (8 - 20) olarak saptandı. Anal manometri ölçümlerinde erkek hastalarda anal kanal istirahat basıncı ortalama 30,4 (17 - 45), sıkma basıncı 62,8 (24 - 125) mmHg, kadın hastalarda ise anal kanal istirahat basıncı ortalama 28,4 (10 - 39), sıkma basıncı 58,5 (30-105) mmHg olarak ölçüldü. SONUÇ: Kadınlarda inkontinans nedeninin en sık doğum travması, erkeklerde ise geçirilmiş cerrahi girişimler olduğunu saptadık. Çalışmamızda kadınlarda fekal inkontinans literatüre kıyasla daha az oranda görülmüştür. Bunun kadınların inkontinans yakınmalarını açıklama güçlüğü ve hastanemize başvuran hastaların çoğunluğunun erkek askeri personel olmasından kaynaklandığını düşünmekteyiz.
AIM: We aimed to determine etiologic reasons of fecal incontinence in patients applying to our service between June 2003 and June 2008, with fecal incontinence symptoms and having a Wexner score of 8 or more, by history, physical examination and laboratory studies. MATERIAL AND METIHIOD: Fifty-eight patient (38 men and 20 female) were included in the study. The median age was 31 (20-78 years) for men and 54 (30-83 years) for women. Patients were evaluated according to Wexner Continencc Grading Scale. Anal manometry and other diagnostic tests were performed to the patients, whom ineluded the study after evaluation. FINDINGS: According to the Wexner Continence Grading Scale, the median score was determined as 12,4 (8-16) for men, and 11,3 (17-45) for women. In anal manometry studies, median anal canal resting pressure was determined as 30,4 (17-45)

5.Conservatiye Treatment Of Postappendectomy Intraabdominal Abscess
Tunç Özdemir, Mehmet Can, Mustafa Eres, Ahmet Arıkan
doi: 10.5222/terh.2008.48992  Pages 129 - 133 (1211 accesses)
AMAÇ: Apendektomi sonrası gelişen karın içi apseyi cerrahisiz tedavinin başarı düzeyini ortaya koymak için bir protokol uygulanmıştır. Apendektomi sonrası karın içi apse gelişen 40 hastada sonuçlar değerlendirildi. GEREÇ VE YÖNTEM: Hastalar, apandisit ön tanısı ile Ocak 2000 ile Aralık 2007 tarihleri arasında ameliyat edilmişlerdir. Hastaların tümüne ameliyat öncesi ampisilin ve gentamisin başlanmıştır. Apendektomi sonrası karın içi apse gelişen hastalar üçlü antibiyoterapi alımışlardır. Apsenin ortak bulguları ateş, beslenememe, karında rahatsızlık hissi ve hastanede kalış süresinin uzamasıdır. Bu hastalara aerop ve anaerop patojenlere etkili intravenöz antibiyoterapi başlanmış, apseler ultrasonografik ölçümlerle izlenmiştir. BULGULAR: Ocak 2000 ile Aralık 2007 tarihleri arasında 1258 apendektomi yapılmıştır. Bunların 463'ü perforedir. Kalan 795 hastadan 749'unda akut veya fiegmonöz apandisit saptanmıştır. Kırkaltı hastada apendiks normal çıkmıştır. Apendektomi yapılan hastaların 40'ında karın içi apse gelişmiştir. İki hasta dışında bu hastaların tümü antibiyotikle tedavi edilmişlerdir. Otuz sekiz hasta herhangi, bir girişim gerekmeksizin tedaviye iyi bir şekilde yanıt vermiş, apselerde küçülme ve büzüşme saptanmıştır. SONUÇ: Çocukluk çağında apendektomi sonrası gelişen karın içi apseler, antibiyotik ile tedavi edilebilir. İntravenöz antibiyoterapi ve apsenin ultrasonografık olarak izlemi çoğu olguda (%95) yeterli olmuştur.
AIM: The authors carried out a standard protocol to show the value of nonoperative modalities in postappendectormy abdominal abscess. Forty patients with abdominal abscess after appendectomy were determined results are evaluated. MATERIAL AND METHOD: The patients evaluated as presumed appendicitis were operated between January 2000 and December 2007. Preoperative antibiotic regimen was consisted from ampicillin and gentamycin. Patients with complicated by postappendectormy intraabdominal abscess were received triple antibiotics (ampicillin-sulbactam, aminoglycoside and metranidazole). Common findings of abscess are fever, intolerance of diet, abdominal discomfort and lengthening of the hospitalization. Management included intravenous administration of antibiotics effective against both aerobes and anaerobes, and follow up with serial sonographic studies. FINDINGS: Between January 2000 and December 2007 1258 appendectomies were performed. The 463 of them were perforated appendicitis. Of remaining 795 patients, 749 were acute appendicitis. Appendixes of 46 patients were normal. Among 1258 patients, 40 of them were complicated with postoperative intraabdominal abscess. In all but two patients with intraabdominal abscess medical treatment was enough. Thirty-eight patients responded favorably to antibiotic treatment without any drainage procedure, with gradual shrinkage and collapse of abscess cavity. CONCLUSION: In pediatric population, intraabdominal abscess after appendectomy can be managed conservatively with the authors' current protocol. Intravenous administration of triple antibiotics, follow up with serial sonographic studies are majör components of nonoperative management.

6.Our Preferred Method of Anesthesia in Preterm Infants Undergoing Laser Therapy For Retinopathy of Prematurity
Yücel Karaman, Gamze Men, Ekrem Talay, Esra Özer, Yalçın Güvenli
doi: 10.5222/terh.2008.54289  Pages 134 - 139 (1075 accesses)
AMAÇ: Retinopatili prematürelerde lazer fotokoagülasyonu sırasında gerekli olan anestezi uygulaması yüksel yaşamsal riskler nedeniyle özellik gerektirmektedir. Bu çalışmada; prematüre retinopatisi nedeniyle genel anestezi uygulanan olgulardaki deneyimlerimizin geriye dönük incelenmesi amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Ekim 2006 - Haziran 2008 dönemleri arasında lazer fotokoagülasyon uygulanan 35 retinopatili prematürenin klinik dosyaları, anestezi ve postoperatif izlem formları incelenerek geriye dönük değerlendirildi. BULGULAR: Preoperatif dönemde olguların 23'ünde (%65.7) respiratuar distres sendromu (RDS) bulunduğu, 15'inin (%42.8) preoperatif apne nedeniyle ventilatör tedavisi gördüğü ve 25'inin de (%71.4) solunum güçlüğü nedeniyle oksijen tedavisi aldığı, olguların tümüne endotrakeal intübasyon ile genel anestezi uygulandığı ve 9 olgunun (%25.7) intübe olarak yoğun bakıma alındığı saptanmıştır. Postoperatif dönemde 10 olguda (%28.5) erken dönemde apne, 5'inde (%14) solunum yetersizliğine bağlı desatürasyon (oksijen satürasyonunda düşme), 1 'inde (%2.8) konvülziyon ve 1 'inde de (%2.8) bradiaritmi ile karşılaşılmıştır. Komplikasyon gelişen prematüre bebeklerin 14'ünün (%87.5) operasyon sırasındaki vücut ağırlıklarının 2500 gramın altında olduğu ve 12'sinin de (%75) doğum öncesi yaşlarının 36 haftadan düşük olduğu görülmüştür. SONUÇ: Hastanemizde lazer fotokoagülasyonu gereken retinopatili prematürelerde genel anestezi için endotrakeal intübasyonun tercih edildiği saptandı. Doğum öncesi yaşı 36 haftadan kısa ve operasyon sırasındaki ağırlığı 2500 gramın altında olan bebeklerde postoperatif komplikasyonların daha yüksek oranda görülmesi (%75-%85.5) gerek intraoperatif ve gerekse postoperatif yoğun bakım koşullarının yaşamsal önemi vurgulamaktadır.
AIM: Complex anesthesia techniques may be needed during surgical procedures in premature infants due to the increased risks involved in general anesthesia. The aim of the study is to evaluat retrospectively our experiences about anesthesia techniques used in preterm infants during indirect laser treatment for retinopathy of prematurity (ROP). MATERIALS AND METHODS: We reviewed the medical records of 35 infants who undenvent laser therapy for ROP in our hospital between October 2006 and June 2008. RESULTS: Preoperatively, during the postnatal period 23 (65.7%) infants suffered from respiratory distress syndrome (RDS), 15 (42.8%) and 25 (71.4%) infants had apnea and needed mechanical ventilation respectively. During laser surgery for ROP, all babies received general anesthesia with tracheal intubation. Postoperatively 9 (25.7%) infants needed mechanical ventilation and were observed in neonatal intensive care unit. Ten (28.5%) infants had apnea, 5 (14%) had cxygen desaturation, 1 (2.8%) had seizures and 1 (2.8%) had bradicardia. Fourteen (87.5%) babies with postoperative complications had bodyweights of under 2500g, and 12 (75%) of them had a shorter postconceptual age than 36 weeks postconceptual ages less than 36 weeks respectively at the time of the surgical procedure. CONCLUSION: The most preferred method of anesthesia in our clinic was general anesthesia with tracheal intubation for laser surgery in preterm infants with ROP. Because a high rate of complications was observed in infants weighing less than 2500g and in infants younger than 36 weeks of postconceptual age, intensive care is crucial during and after the operation.

7.The Evaluation of Applications Regarding Patient Rights in State Hospitals in Izmir
Levent Bekir Kıdak, Pembe Keskinoğlu
doi: 10.5222/terh.2008.64920  Pages 140 - 146 (999 accesses)
AMAÇ: Çalışmanın amacı İzmir İlindeki devlet hastanelerinde hasta hakları birimlerine yapılan başvuruları değerlendirmektir. GEREÇ VE YÖNTEM: İzmir ilindeki 26 devlet hastanesinin hasta hakları birimlerinin 2005-2007 yılları arasındaki kayıtları incelendi. Herhangi bir örneklem alınmadan tüm devlet hastaneleri çalışmaya alındı. Araştırmanın bağımlı değişkeni Hasta Haklan Kuruluna yapılan başvurulardır. Bağımsız değişkenler; hastaların cinsiyet, yaş ve eğitim durumu ile hastanelere başvuran yıllık toplam hasta sayısıdır. Veri çözümlemesinde Epi info 2000 programı ile, Ki-kare, Trend-Ki-kare analizleri uygulanmıştır. BULGULAR: 2005-2007 yılları arasında hasta hakları birimlerine en fazla başvuru yapanlar 41 yaş ve üzeri ve ilköğretim mezunu kişilerdi. Hasta Haklan Birimlerine yapılan toplam başvuru sayısında yıllara göre anlamlı şekilde artış olduğu saptanmıştır. En sık uzman hekim (sırayla % 29, %31, %24), sağlık personeli (%26, %15, % 19) ve idari personelle (%18, %29, %29) ilgili başvurular yapılmıştı. Poliklinikler (%30, %38, %43) ve idari birimler (%22, %13, %10) en sık başvuru nedeni olan ünitelerdi. Hasta hakları ihlal(çiğnenme)lerinin büyük çoğunluğu (%86) yerinde çözülmüş, tüm başvurular içerisinde kurula ulaşan başvuru sayılarının her yıl için anlamlı olarak azaldığı saptanmıştır (p= 0.000). SONUÇ: Hasta hakları konusunda sağlık çalışanlarına yeterli hizmet içi eğitimin verilmesi gerekir. Hastanelerde hasta hakları birimlerinin işlerliği etkin bir biçimde sağlanmalı ve başvurular dikkatli değerlendirilmelidir.
AIM: The aim of this study was to evaluate the applications to Patient Rights Office in State Hospitals in izmir. MATERIAL AND METHOD: Registry Forms of Patient Rights Units in 26 State Hospitals in izmir between 2005-2007 years were evaluated. All state hospitals were included in this study without any preference. The dependent variable of the study was the application to Patient Rights Committee. The independent variables were gender, age, educational level of the patients and annual patient number. Data were analysed using chi-square test for trend by using Epi info 2000 program. FINDINGS: The patients who were 41 years of age and over and whose education level was primary school were the most frequently applying subjects. It was determined that the total number of applications to Patient Rights Units increased continuously during 2005-2007. The most frequent applications in this period were done for doctors (29%, 31 %, 24%, respectively), health workers (26%, 15%, 19%, respectively) and administrative personnel (18%, 29%, 29%, respectively). The most frequent reasons of application were about polyclinics (30%, 38%, 43%, respectively) and administrative departments (22%, 13%, 10%, respectively). Majority (86%) of the patient rights violations were solved at scene; it was determined that the number of applications referred to Patients Rights Committee in all over the cases decreased signifıcantly in each year during that time period (p=0.000). CONCLUSION: Adequate intrasectoral education to healthcare staff regarding patient rights should be given. The actions of patient right offices in hospitals should be supplied effectively, and the applications should be evaluated carefully.

CASE REPORT
8.A Case of Pregnancy, Epilepsy And Cortical Malformation
Melike Tavşan, Murat Özçelik, Ufuk Şener, Yaşar Zorlu
doi: 10.5222/terh.2008.49439  Pages 147 - 149 (1096 accesses)
İnsan beyin gelişim basamaklarından herhangi birinin genetik veya çevresel faktörlere bağlı olarak bozulması anormal kortikal gelişim ile sonuçlanır. Lezyonun yerleşim ve büyüklüğüne bağlı olarak gelişme geriliği, epilepsi veya odaksal nörolojik bulgular görülür. Bu yazıda epileptik nöbetleri ilk kez ikinci gebeliğinde gelişen ve kortikal gelişim anomalisi saptanan bir olgu sunulmaktadır. Kortikal gelişim anomalileri epileptik nöbet geçiren tüm hastalarda etyolojik faktörler arasında düşünülmelidir.
The delay of the cortical development due to genetic and environmental problems results as cortical malformation. Retardation, epilepsy and focal neurologic dysfunction are associated with localization and size of the malformation. In this article a woman who has first seizure caused by cortical malformation during her second pregnancy was presented. Cortical malformations must be considered as one of the etiologic factors in ali patients with seizure.

9.Recurrent Mole Hydatbform: A Case With Three Consequent Molar Pregnancy
Hakan Yetimalar, Atilla Köksal, Külal Çukurova, Burcu Kasap, Adnan Keklik, Hüseyin İvit
doi: 10.5222/terh.2008.86584  Pages 150 - 152 (1247 accesses)
Dokuz gebeliği ve 8 düşüğü olan 28 yaşındaki hamile olgumuzun 3 defa histo-patolojik olarak tanı konulmuş hidatiform mol (HM) öyküsü vardı ve yaşayan çocuğu yoktu. Hastaya Eylül 2007'de tarafımızdan HM öntanısıyla küretaj uygulandı. Patolojik inceleme komplet HM tanısını doğruladı. Hastanın 2003 yılındaki gebeliğinin patolojik tanısının da tam HM, 2006 yılındaki gebeliğinin ise parsiyel HM olduğu saptandı. Hastanın ve eşinin karyotip analizleri normaldi. Ancak genetik incelenmesi ise patolojik bulundu. Hastanın iki kızkardeşinde de benzer obstetrik öykü vardı. Bir kız kardeşinin 8 gebeliği, diğer kız kardeşinin ise 7 gebeliği düşükle sonlanmıştı. Ancak kardeşlerinin düşük materyallerinin patoloji sonuçlarına ulaşılamadı. Yineleyen (genetik) mol hidatidiform oldukça nadir rastlanılan bir durumdur. Olgunun ve benzer öykü veren birinci derece akrabalarının ileri genetik incelemelerinin yapılması gerekmektedir.
28 year old pregnant patient having 9 pregnaney and 8 abortions had 3 consequent histopathologically confirmed mol e hydatiform(HM) and had no living child. She underwent curettage at our clinics in September 2007 with HM prediagnosis. Pathological diagnosis confirmed complete HM. The pathological reports of her pregnancy in 2003 was complete HM and partial HM in 2006. The karyotype analysis of the patient and her husband were normal. But the genetical search of the patient was abnormal. Two sisters of the patient had similar obstetrical histories. One of them had 8 pregnancies and the other one had 7 pregnancies ended with abortion. But we could not get the pathological results of those. Recurrent (genetical) mole hydatidiform is a very rare clinical disorder. Further genetical analysis of the patient and her sisters is required.

10.Twin Pregnancy, Loss of a Sibling, Cervical Incontinance and Emergency Cerclage: Case Report
Külal Çukurova, Atilla Köksal, Hakan Yetimalar, Hüseyin İvit, Adnan Keklik, Aşkın Yıldız, Evrim Seçkin Konyalıoğlu
doi: 10.5222/terh.2008.75332  Pages 153 - 155 (1215 accesses)
Servikal yetmezlik uterin kontraksiyon ve kanama olmaksızın servikal kanalda görülen ağrısız açılmadır. Bunun sonucunda gebelik kaybı meydana gelebilir. Bu olgumuz 22 yıllık infertil, 2 defa ilk üç ayda gebelik kaybı yaşamış olup 3'üncü gebeliği ovulasyon indüksiyonu ve İntra- uterin-inseminasyon ile ve ikiz gebelik olarak başlamıştır, 14'üncü gebelik haftasında birinci gebelik kesesi tam düşük ile kaybedilmiştir. Bunun arkasından McDonald usulü serklaj uygulanmıştır. Olguda 29.gebelik haftasında prematür erken membran rüptürü gelişmesi üzerine sezeryan ile gebeliği sonlandırılmıştır. Servikal serklaj ile gebelik süresi yaklaşık 15 hafta uzatılmıştır ve erken doğan ama sağlıklı bir bebeğin doğumu sağlanmıştır. Servikal yetmezlik tanısı konan olguların tedavisinde servikal serklajın etkin bir tedavi seçeneği olabileceği kanaatindeyiz.
Cervical insufficiency means a painless cervical dilation without uterine contractions or bleeding. This m ay resul t in abortion. Our case had a history of infertility of 22 years and 2 previous abortions at the first 3 months. Her third pregnancy was achieved by ovulation induction and intra-uterine insemination.lt started as a twin pregnancy. At the 14th week one of the cwo sacs was lost by complete abortion. Aftenvards a McDonald cerclage was placed. At the 29th week prematüre rupture of membranes occured and the birth was made by cesarean section.Cerclage prolonged this pregnancy for 15 weeks and resulted with the birth of a premature but healthy infant. We believe that cervical cerclage is an effective therapeutic option for cervical insufficiency.

11.Pulmonary Infiltrates With Iron Deficiency Anemia: Idiopathic Pulmonary Hemosiderosis: Case Report
Hayriye Uçar, Ayşegül Çallı, Mazlume Suna, Ahmet Emin Erbaycu
doi: 10.5222/terh.2008.69841  Pages 156 - 159 (1176 accesses)
On yedi yaşında kadın olgu soluk darlığı, halsizlik, yorgunluk, bir yıldır devam eden öksürük ve son bir aydır ağzından kan gelmesi yakınması ile başvurdu. Dört yıldır demir eksikliği anemisi nedeniyle demir replasman tedavisi uygulanıyordu. Yüksek rezolüsyonlu akciğer tomografisinde her iki akciğerde alt loblarda belirgin olmak üzere alveoler infiltratlar izlendi. Bronkoalveoler lavaj sıvısında hemosiderin yüklü alveoler makrofajlar görüldü. Demir eksikliği anemisine eşlik edebilecek solunum sistemi semptomları ve akciğer infiltratları klinisyeni idyopatik pulmoner hemosiderozis için yönlendirmeli ve tanı geciktirilmemelidir.
Seventeen years old fermale referred to the hospital with breathlessness, weakness, fatigue, cough for one year and hemoptysis for one month. She has been treated with iron because of a iron deficiency anemia for four years. There were alveoler infiltrates at botlh lung, especially at lower lobes. Hemosiderin-laden alveoler macrophages was seen in bronchoalveoler lavage fluid. Symptoms of respiratory system those may be accompanied by iron deficiency anemia and pulmonary infiltrates should direct the clinicans to idiopathic pulmonary hemosiderosis and the diagnosis should not be delayed.

12.Molybdenum Cofactor Deficiency: Case Report
İlke Güngör, Şeref Targan, Nesrin Gülmez, Füsun Atlıhan, Aycan Ünalp, Tijan Tanyalçın, Erik Gerlo
doi: 10.5222/terh.2008.58373  Pages 160 - 163 (3037 accesses)
Bu yazıda, yenidoğan döneminde konvulsiyon, beslenme zorluğu ve ağır nörolojik defisit ile başvuran, aynı klinik tablo ile erken neonatal dönemde tanı konu lamadan ölen üç kardeş ölüm öyküsü olan ve serum ürik asid düzeyinde ilerleyici düşme saptanmasıyla molibden kofaktör eksikliği tanısı alan bir olgu sunuldu. Olgunun erken dönemde (3 gün) yapılan beyin manyetik rezonans incelemesi normal iken 18 gün sonra tekrarlandığında yaygın atrofı ve myelinizasyon kaybı gelişmiş olduğu saptandı. Nedeni belirlenemeyen neonatal nöbet ve hipotoni olgularında serum ürik asit düzeyi ve beyin manyetik rezonans incelemelerinin tekrarlanarak izlenmesi gerektiğini vurgulamak istiyoruz.
Here we present a case of molybdenum cofactor defıciency with malnutrition and severe neurologic deficits, a past history of convulsions in neonatal period and a family history of three dead siblings in early neonatal period with identical symptoms but no diagnosis. The patient was diagnosed molybdenum cofactor deficiency upon observation of progressive decline in serum uric acid levels. On the third day of observation, brain magnetic resonance imaging of this patient was normal while it yielded diffuse atrophy and loss of myelinization 18 days later. We would like to emphasize that biochemical assays for serum uric acid concentrations and magnetic resonance imaging must be perfomed periodically in cases of neonatal seizure and hypotonicity of unknown etiology.

LookUs & Online Makale