E- ISSN: 3023-6215
ANATOLIAN JOURNAL OF GENERAL MEDICAL RESEARCH - Anatol J Med : 25 (2)
Volume: 25  Issue: 2 - 2015
1.Cover

Page I (837 accesses)

REVIEW
2.Crush Syndrome
Hakan Akdam, Alper Alp
doi: 10.5222/terh.2015.071  Pages 71 - 77 (1756 accesses)
Ezilme sendromu kas travması sonrası oluşan rabdomyolize bağlı gelişen medikal ve cerrahi komplikasyonları içeren sistemik bir bozukluktur. Özellikle depremler sonrasında enkaz altından çıkarılanlarda sık görülür. Ezilme sendromu depremlerde travmanın doğrudan etkisinden sonra en sık ikinci ölüm nedenidir ve yol açtığı bu mortalitenin en önemli sebepleri hiperpotasemi, akut böbrek yetmezliği ve enfeksiyonlardır. Enkaz altındaki mağdurun değerlendirilmesi, yönetimi ve tedavisi konusunda kritik becerinin sağlanması başarılı sonuç sağlamak için gereklidir. Deprem sonrası enkazdan çıkarılma esnası, hastaneye ilk başvuru ve hastanede izlem esnasında izlenecek yol mortalitenin azaltılmasında büyük önem taşımaktadır. En kısa sürede (tercihen enkaz altında) potasyum içermeyen (%0,09 NaCl) intravenöz sıvı tedavisinin başlanması ve hiperpotaseminin erken tanı ve tedavisi birincil yaklaşımdır.
Crush syndrome is a systemic disorder which occurs by rhabdomyolysis due to muscle trauma consisting of medical and surgical complications. Especially it is common in rescued from under rubble after earthquakes. Crush syndrome is the second most common cause of death in earthquakes after the direct effect of trauma. The most common causes of mortality are hyperkalemia, acute renal failure and infections. Provision crucial skills of evaluation, management and treatment to entrapped victim is necessary to ensure a successful outcome. Algorithm of before and during extrication, interventions on admission to hospital, follow-up at hospital after earthquake is very important to reduce mortality. İnitiation non potasium containing solutions treatment as soon as (if possible under the rubble), early diagnosis and treatment of hyperkalemia, are primary approaches.

CLINICAL RESEARCH
3.Effectiveness of low-level laser therapy in patients with subacromial impingement syndrome: a randomized, placebo controlled, prospective study
Pınar Atıcı Öztürk, İlker Şengül, Altınay Göksel Karatepe, Taciser Kaya, Rezzan Günaydın
doi: 10.5222/terh.2015.078  Pages 78 - 84 (1334 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Subakromiyal sıkışma sendromu (SSS) olan hastalarda düşük doz lazer tedavisinin (DDLT) etkinliğini değerlendirmek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: SSS olan toplam 60 hasta lazer ve plasebo gruplarına randomize edildi. Tüm katılımcılar aynı zamanda 15 seans boyunca yüzeyel sıcak uygulama, transkutanöz elektriksel sinir stimülasyon (TENS) tedavisi ve bir egzersiz programı aldı. Sonuç ölçümleri global ağrı şiddeti, aktif ve pasif omuz hareket açıklığı (EHA), ve Kol, Omuz ve El Sorunları Anketi [( Turkish Disabilities of the Arm, Shoulder and Hand Outcome Measurement (DASH-T)] idi.
BULGULAR: Her iki grupta da tüm sonuç ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı düzelme vardı. Tedavi sonrasında iki grubun karşılaştırılmasında ortanca aktif ve pasif fleksiyon, aktif ve pasif abduksiyon, pasif iç rotasyon ve pasif dış rotasyon lazer grubunda anlamlı olarak daha yüksekken (sırasıyla p=0.015, p=0.004, p=0.048, p=0.031 ve p=0.044), farkların ortancası iki grup arasında benzerdi (p>0.05). Yine VAS ağrı farklarının ortancası ve DASH-T farklarının ortancası iki grupta benzerdi (p>0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonuçları her iki tedavinin de ağrı, EHA ve yetersizlik durumunda iyileşme sağladığını ancak DDLT’nin ilave iyileşmeye katkısının olmadığını gösterdi.
INTRODUCTION: To assess the effectiveness of low-level laser therapy [LLLT] in patients with subacromial impingement syndrome (SIS).
METHODS: A total of 60 patients with SIS were randomly assigned into a laser group and a placebo laser group. All participants also received 15 sessions of superficial heat treatment, transcutaneous electrical nerve stimulation therapy, and an exercise program. Outcomes were global pain severity; active and passive shoulder range of motion (ROM); and disability assessed by the Turkish Disabilities of the Arm, Shoulder and Hand (DASH-T) Outcome Measurement.
RESULTS: There were statistically significant improvements in all outcome measurements in both groups. In comparison of the groups, median active and passive flexion, active and passive abduction, passive internal rotation, and passive external rotation were significantly higher in the laser group after the treatment (P = 0.015, P = 0.004, P = 0.048, P = 0.014, P = 0.031, and P = 0.044, respectively), but median differences in both groups were similar (P > 0.05). The median differences for global visual analogue scale score for pain and DASH-T in both groups were also similar (P > 0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The results of our study demonstrated that both treatments provided improvement in pain, ROM, and disability status, but LLLT did not contribute additional improvements.

4.Evaluation of Patients with Gastroenteritis
Şükran Köse, Melda Türken, Yıldız Ulu, Pelin Adar, İlker Ödemiş
doi: 10.5222/terh.2015.085  Pages 85 - 88 (1615 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Gastroenteritler; viral, bakteriyel ve parazitik barsak enfeksiyonları, inflamatuar barsak hastalığı, divertikülit, malignensiler gibi enfeksiyöz olmayan barsak hastalıkları, sistemik hastalıklar gibi bir çok durumda görülebilen bir klinik tablodur. Bu çalışma ile Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniğinde gastroenterit tanısıyla izlenen olguların değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Aralık 2009-Aralık 2014 tarihleri arasında hastanemize ishal yakınması ile başvurusu olan ve yatırılarak izlenen (akut/kronik) gastroenterit tanılı 137 olgu prospektif olarak incelendi. Hastaların demografik özellikleri, dışkının makroskobik ve mikroskobik bulguları, viral panel, parazit incelemesi, dışkı kültürü ve kolonoskopik biyopsi sonuçları kaydedilerek değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 137 olgunun %66.4’ü (91) kadın olup yaş ortalaması 51.2 (15-88) idi. Gaytada parazit incelemesinde %15.3 (21) hastada Entamoeba spp. görülürken, %0.7 (1) olguda Blastocystis homminis ve %0.7 (1) olguda Giardia intestinalis görüldü. Hastaların %2.2’sinde (3) gayta kültüründe Salmonella spp. üremesi oldu. Olguların kolonoskopik biyopsi sonuçları değerlendirildiğinde %36.3’ünde (4) kronik aktif kolit, %18.2’sinde (2) ülseratif kolit, %18.2’sinde (2) amebik kolit, %9.1’inde (1) radyasyon koliti, %9.1’inde (1) Chron hastalığı, %9.1’inde (1) ise Sitomegalovirüs rektiti tespit edildi. Toplamda %21.1 oranında enfeksiyöz ishal tespit edilmiş olup %79.3 (23) olguda paraziter, %10.3 (3) olguda bakteriyel, %10.3 (3) olguda viral etken saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Gastroenteritlerli olguların %50 kadarında etken saptanmamaktadır. Etyolojiyi saptamak için gayta makroskopik ve mikroskobik inclemeler ile gayta kültürü yanında viral antijen araştırılmasının ve non enfeksiyöz etiyolojinin de düşünülerek gerekli görüldüğünde kolonoskopik inceleme gibi daha ileri tetkik yöntemlerinin kullanılmasının önemli olduğu kanaatindeyiz.
INTRODUCTION: Gastroenteritis is a clinical status that may appear in several diseases such as viral, bacterial and parasitic infections, non-infectious bowel diseases such as inflammatory bowel diseases, diverticulosis, malignancy and systemic diseases. In this study we aimed to evaluate patients with gastroenteritis hospitalized in Infectious Diseases and Clinic Microbiology clinic.
METHODS: Between December 2009-December 2014, 137 patients that hospitalized in our clinic with symptoms of diarrhea and diagnosis of acute or chronic gastroenteritis were evaluated prospectively. Demographic status of patients, macroscopic and microscopic findings of faeces, virus and parasite examination, stool culture and colonoscopic biopsy results were recorded.
RESULTS: Of 137 patients, 66.4% (91) were female and mean age was 51.2 (15-88). In parasitic examination of faeces, we detected Entamoeba spp. in 15.3% (21), Blastocystis homminis in 0.7% (1) and Giardia intestinalis in 0.7% (1) of patients. Salmonella spp. was detected in stool culture of 2.2% of patients. Of the colonoscopic biopsy results, 36.3% (4) were chronic active colitis, 18.2% (2) were ulcerative colitis, 18.2% (2) were amebic colitis, 9.1% (1) were radiation colitis, 9.1% (1) were Chron’s disease, 9.1% (1) Cytomegalovirus. We detected infectious diarrhea in 21.1% of all included patients. Of infectious diarrhea, 79.3% (23) were parasites, 10.3% (3) were bacteria and 10.3% (3) were viruses.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The cause of gastroenteritis can not be detected in 50% of cases. In order to find out the etiology, we consider that colonoscopic examination plays an important role in diagnosis of especially non-infectious causes of gastroenteritis besides macroscobic and microscobic examination and stool culture.

5.Gender Differences in Pathologic Outcomes At Primary Bladder Cancer Detection
Rahmi Gökhan Ekin, Zübeyde Yıldırım Ekin, Gökhan Koç, Ayşe Gülden Diniz Ünlü, Yusuf Özlem İlbey, Ferruh Zorlu
doi: 10.5222/terh.2015.089  Pages 89 - 92 (1117 accesses)
AMAÇ: Cinsiyet farklılığının primer mesane kanserinde tümör evresine etkisini, geriye dönük ve tek merkezli olarak araştırılması amaçladık.
YÖNTEMLER: Ocak 2010 ile Ocak 2015 arasında ilk defa transüretral rezeksiyon yapılan 470 hastanın hepsi geriye dönük olarak incelendi. Çalışmada yaş, cinsiyet, sigara alışkanlığı, makroskopik hematüri varlığı, ilk makroskopik hematüri zamanı ile tanıya kadar geçen zaman, tümör evresi ve tümör derecesi değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya 450 hasta dahil edildi. Hastaların 376’sı (%83,5) erkek ve 74’ü (%16,5) kadın idi (p<0.05). Tümör evresi dağılımı, erkeklerde pTa (%59,9 (n=225) vs. %51,4 (n=38), p<0.05) ve pT1 (%29,8 (n=112) vs. %25,7 (n=19), p<0.05) daha sık iken kadınlarda pT2 (%10,3 (n=39) vs. %22,9 (n=17), p<0.05) daha sık tespit edildi. Yüksek dereceli tümör görülme oranı erkeklerde %69,9 (n=263) ve kadınlarda %56,7 (n=42) olup istatistiksel olarak anlamlı olarak erkeklerde daha fazla idi (p<0.05).
SONUÇ: Kas invaziv olmayan mesane kanseri erkek cinsiyetinde sık görülürken, kadın cinsiyetinde kas invaziv mesane kanseri daha sık görülür. Ayrıca, erkek cinsiyetinde yüksek dereceli tümör daha sıktır.
OBJECTIVE: We aimed to examine gender differences regarding tumor stage prior to initial diagnosis of bladder carcinoma.
METHODS: 470 patients who underwent initial transurethral resection between January 2010-January 2015 were examined retrospectively. Age, gender, smoking habbits, presence of gross hematuria,Time from first episode of gross hematuria to time from first episode of hematuria to bladder cancer diagnosis, tumor stage and tumor grade were assessed.

RESULTS: 450 patients included in this study.
CONCLUSION: While non muscle invasive bladder cancer is occured more frequent in men, muscle invasive bladder cancer is occured more frequent in women. Also, high grade tumor is occured more frequent in men.

6.Applications for the Prevention of Nosocomial Infections and a Hospital Practice
Nurdan Yıldırım, Birkan Tapan, Albena Gayef, Adem Sezen, Selin Alıcı, Tuba Kayan Tapan
doi: 10.5222/terh.2015.093  Pages 93 - 100 (3025 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Hastane enfeksiyonları gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde önemli bir sorundur. Hastane kaynaklı enfeksiyonlar hastalarda fonksiyonel bozukluklara, duygusal strese, yaşam kalitesinin düşmesine veya ölüme neden olur. Ayrıca hastanede yatış süresinin uzaması, iş kaybının ortaya çıkması, ilaç kullanımının artması, izolasyon ihtiyacı olması, ekstra laboratuvar ya da diğer tanı yöntemlerinin kullanımı gibi nedenlerle ekonomik yükü de arttırır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada JCI tarafından akredite olmuş bir vakıf hastanesinin enfeksiyon kontrol programı ve 2014 yılı Ocak-Mart ayları ve 2015 Ocak-Mart ayları enfeksiyon indikatörleri incelenip karşılaştırmalar yapılarak almış olduğu önlemler incelenmiş olup veriler T.C. Sağlık Bakanlığı’nın 2013 enfeksiyon hızları ile kıyaslanmıştır.
BULGULAR: Genel olarak incelendiğinde; Hastane kaba enfeksiyon hızının 2015 ilk üç ayında 2014 ilk üç ayına göre azalarak % 0,39 olduğu, hastane enfeksiyon insidans dansitesinin % 2,1 ile önceki yıla oranla değişmediği görülmüştür. 2014 Ocak-Mart ayı nozokomiyal infeksiyon tanılarının en fazla ventilatöre ilişkin pnömoniler iken 2015 Ocak-Mart aylarında ise en fazla nozokomiyal pnömoni olduğu görülmüştür. 2014 Ocak-Mart ayları enfeksiyon oranı en çok %40 ile YBÜ de iken, 2015 Ocak-Mart aylarında %50 ile iç hastalıklarında görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Vakıf hastanesinde önlem olarak enfeksiyon risk analizleri ve sürveyans çalışmaları yapılarak risk azaltıcı çözümler üretilip uygulanması sağlanmıştır.
INTRODUCTION: Hospital infection is a major issue in developed and developing countries. Hospital infections may cause functional impairments, emotional stress, reduced quality of life or death. Also, it increases economic burden due to reasons such as longer hospitalization periods, loss of work, increase in use of medicine, need for isolation, use of additional laboratory and other diagnostic methods.
METHODS: In this study, infection control program, 2014 January-March and 2015 January-March infection indicators and the preventions of the foundation hospital accredited by JCI were examined. The data derived from this study were compared with 2013 infection rates of Republic of Turkey Ministry of Health.
RESULTS: In general, hospital gross infection rate was increased to 0,39% in 2015 compared to 2014 Hospital infection incidence density (2,1%) in 2015 hadn’t changed compared to 2014. Ventilator related pneumonias were the most seen nosocomial infections in 2014 January-March. Nosocomial pneumonia was the most seen infection in 2015 January-March. The most infection rate was in intensive care unit (40%) in 2014 January-March. The most infection rate was in internal medicine (50%) in 2015 January-March.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The Foundation Hospital has taken measures, performed infection risk analysis and surveillance studies, and produced and applied risk mitigating solutions.

7.Detection rate of aneurysms and subarachnoid hemorrhage in patients who underwent cranial CT angiography due to severe headache
Emine Çalışkan, Dilek Öncel
doi: 10.5222/terh.2015.101  Pages 101 - 105 (1624 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı şiddetli baş ağrısı nedeniyle acil servise başvuran ve kranial BT anjiyografi (BTA) çekilen hastalarda anevrizma ve subaraknoid kanama (SAK) saptanma oranının ve bunların birbiriyle olan ilişkisinin değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada Ocak.2012-Ağustos.2014 tarihleri arasında şiddetli baş ağrısıyla acil servise başvuran, SAK ve anevrizma ön tanısıyla BTA çekilen 142’si erkek, 147’si kadın olmak üzere toplam 289 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir, (ortalama yaş: 51.8,yaş aralığı: 18-87 ). Önce kontrastsız seriler SAK varlığı açısından incelenmiştir. Daha sonra anjiyografi görüntüleri anevrizma varlığına yönelik olarak değerlendirilmiştir. Olgular anevrizma varlığına dayanarak sınıflanmıştır (anevrizma var/yok şeklinde). Anjiyografi görüntülerinin değerlendirilmesinde aksiyal kaynak görüntülere ek olarak maksimum intensite projeksiyon ve 3 boyutlu reformat imajlar kullanılmıştır.
Kontrastsız BT’nin SAK varlığına dayanarak anevrizma varlığını öngörmedeki duyarlılığı, özgüllüğü, pozitif öngörü değeri ve negatif öngörü değeri ki-kare testi kullanılarak hesaplanmıştır. Anevrizma varlığı ile SAK arasındaki korelasyonu saptamak için kappa analizi yapılmıştır.

BULGULAR: Şiddetli baş ağrısı nedeniyle BTA çekilen 289 hastanın 132 tanesinde anevrizma saptanmış olup, geri kalan 157 tanesinde anevrizma izlenmemiştir. Kontrastsız seriler değerlendirildiğinde; 142 hastada SAK mevcut olup, bu hastaların 81’inde anevrizma izlenirken, 61’inde anevrizma saptanmamıştır. Buna karşın 147 hastada SAK mevcut olmayıp, bu hastaların da 51’inde anevrizma izlenirken, 96’sında anevrizma saptanmamıştır. Bu verilerle kontrastsız BT’nin SAK varlığına dayanarak anevrizma varlığını öngörmedeki duyarlılığı %61, özgüllüğü %61, pozitif öngörü değeri %57 ve negatif öngörü değeri %65 bulunmuştur. Ayrıca kappa testinde anevrizma varlığı ile SAK arasında zayıf korelasyon saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Şiddetli baş ağrısı kliniği ile acil servise başvuran olgularda en çok kullanılan radyolojik tetkik kontrastsız BT incelemedir. Ancak kontrastsız serilerde SAK saptanmaması rüptüre anevrizma tanısından uzaklaştırsa da anevrizma varlığını dışlamamaktadır. Öte yandan BTA’nın her türlü nedenden kaynaklanabilecek hafif ve non-spesifik baş ağrısı durumlarında tarama tetkiki olarak kullanılması uygun değildir. Tanısal algoritmde en doğru yaklaşım hastanın kliniğini en önemli unsur olarak kabul ederek uygun basamakları izlemektir.
INTRODUCTION: The purpose of our study is to evaluate rate of aneurysms and subarachnoid hemorrhage (SAH) detected in cranial computed tomography angiography (CTA) in patients with severe headache in emergency conditions and to determine relationship between SAH and aneurysm.
METHODS: In this study total of 289 patients (142 male, 147 female, avarage age 51.8, range 18-87) who had undergone CTA due to headache were evaluated. Firstly, non-contrast series were evaluted for presence of SAH. Later, angiographic images were evaluted for presence of aneurysm. Sensitivity, specificity, positive and negative predictive values in non-enhanded CT to estimate the presence of aneurysm depending on presence of SAH were calculated with chi-square test. Additionally, with kappa analysis the correlation between the presence of SAH and aneurysm was evaluated.

RESULTS: Among 289 patients who had undergone CTA due to severe headache, aneurysms were detected in 132 patients, while no aneurysm was found in 157 patients. Concerning the non-enhanced series, SAH was detected in 142 patients and in 81 patients among them, aneurysms were detected, while no aneurysm was found in the remaining 61 patients. On the other hand, among 147 patients without SAH, 51 patients had aneurysm, whereas in 96 of them no aneurysm was found. According to these findings, the sensitivity, specificity, positive and negative predictive values of CT to estimate presence of aneurysm depending on presence of SAH were calculated 61%, 61%, 57% and 65%, respectively. Also, kappa analysis revealed poor correlation between presence of SAH and aneurysm.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Absence of SAH in non-enhanced CT makes the diagnosis of ruptured aneurysm less probable, it doesn't rule out presence of aneurysm. On the other hand, use of CTA for every kind of headache isn't appropriate. The best approach in diagnostic algorithm is to follow appropriate steps considering clinical symptoms of patients as the most important determinant.

8.The Diagnosis and Treatment Approach in Acute Colon Diverticulutis.
Mustafa Emiroglu, Levent Ugurlu, Cem Karaali, Tayfun Kaya, Alp Özgüzer, Cengiz Aydın
doi: 10.5222/terh.2015.106  Pages 106 - 112 (2169 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Akut karın oluşturan akut divertikülitin (AD) cerrahi kliniklerinde tanı ve tedavisi tartışmalıdır. Çalışmamızda genel cerrahi kliniğimizde tedavi edilen sol kolon (inen kolon, siğmoid ve rektum) yerleşimli akut divertikülit olgularının tanı ve tedavi yaklaşımlarının incelenmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Eylül 2007- Kasım 2014 tarihleri arasında sol kolon, sigmoid ve rektum yerleşimli AD nedeniyle hastenemiz genel cerrahi kliniğinde tedavi edilen hastalar değerlendirildi. Veriler hasta dosyaları ve Medüla (Probel A.Ş.) elektronik hasta kayıt sisteminden retrospektif olarak toplandı. Hastaların demografik, ek-morbidite, klinik yakınmaları, görüntüleme ve laboratuvar bulguları kaydedildi. Divertikülitlerin sol kolondaki dağılımı, tıbbi tedavi ve cerrahi tedavi verileri, yapılan ameliyatın tipi, hastanede yatış süresi ve morbidite-mortalite verileri incelendi. Hastalar Hinchey sınflamasına göre sınıflandırıldı ve gruplandırıldı.
BULGULAR: Toplam 35 hasta dahil edilen çalışmamızdaki ortalama yaş 56 (29-78) yıl idi. Hinchey sınflandırılmasına göre 24 (%68,4) olgu Hinchey 1-2 ve 11 (%31,4) olgu Hinchey 3-4 olarak değerlendirilmiştir. Klinik olarak en sık yakınmanın otuziki (%91,4) olguda karın ağrısı olduğu saptandı. Otuzbeş (%100) olguda karın tomografisi, otuzüç (%94,3) olguda karın ultrasonografisi yapıldığı bulundu. Kolonoskopi 22 (%62,9) olguda yapılmıştır. En sık olarak 31 (%88,6) olguda sigmoid kolon divertiküliti saptanmıştır. Tüm olguların %48,6’na medikal tedavi uygulanmıştır. Elektif cerrahi girişim %11,4 olguda yapılmıştır. En sık uygulanan cerrahi işlem %48,6 oranında Hartmann prosedürü idi. Yedi olguda (%20) komplikasyon ve üç (%8,7) olguda mortalite izlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Akut divertikülit uygun olgularda (Hinchey 1,2) medikal tedavi ile tedavi edilebilir. Klinik ve görüntüleme bulgularında hastalığın ileri evresinde (Hinchey 3,4) olanlar için acil cerrahi girişim uygulanmalıdır. Tanı, tedavi ve tüm sürecinin izlenmesinde karın görüntüleme yöntemleri önemli bir rolü vardır.
INTRODUCTION: In our study we aimed to evaluate the treatment and diagnosis approachs of cases with acute diverticulitis in left colon(descendent colon, sigmoid and rectum) who treated in our clinic.
METHODS: The patients with AD in left colon, sigmoid ve rectum who were treated in general surgery clinic of our hospital were evaluated between september 2007 and november 2014. The data was obtained from patient files and medulla (Probel Corporation), electronical patients recording system retrospectively. Demographics, additional-morbidity, clinical complaints, imaging and laboratuary findings were recorded. The distrubution of diverticulitis in left colon, the data about treatment and surgical treatment, the type of performed operation, duration of hospitalization and the data about mortality and morbidity were recorded. The patients were classified and grouped according to Hinchey classification.
RESULTS: Totally 35 patients were included into our study and the mean of ages was 56(29-78).According to Hinchey classification, 24 cases(68.4%) were asses as Hinchey 1-2 and 11 cases (31,4%) were assesed as Hinchey 3-4. It was found that abdomen tomography was performed in 35 cases(100%), abdomen ultrasonography was performed in 33 cases(94.3%). Colonoscopy was performed in 22 cases(62.9%). Most frequently sigmoid colon diverticulitis was determined in 31 cases(88.6%). The medical treatment were administered in 48.6 % of the all patients. Elective surgey intervention was performed in 11.4% of patients. The most frequent performed surgical operation was the Hartman procedure (48.6%). The complication was observed in seven cases and the mortality was observed in 3 cases (8.7%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Acute diverticulitis could be treated by medical treatment in appropriate cases. Urgent surgical intervention should be performed for the patients who are in advanced stages (Hinchey 3,4) of the disease in the clinical and imaging presentations. The abdomen imaging tecniques have an important role for the diagnosis, treatment and the observation of all course of diverticulitis.

9.Evaluation Our Patients with Immune Thrombocytopenic Purpura In Terms of Clinical Course and Treatment Response
Cemalettin Oluç, Mehmet Can Uğur, Ali Rıza Ünsal, Gülnur Görgün, Cengiz Ceylan
doi: 10.5222/terh.2015.113  Pages 113 - 119 (1108 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Kliniğimizde 2007-2012 yılları arasında izlenen immun trombositopenik purpura tanılı hastalarımızın klinik seyir ve tedavi yanıtı yönünden incelenmesini amaçladık
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği’nde 2007-2012 yılları arasında immun trombositopeni tanısı alan 103 hasta alındı. Hastalar yaş, cinsiyet, tedavi yanıtı, klinik seyri açısından retropektif incelendi.
BULGULAR: Olgularımızın yaş ortalaması 48,9, kadın/erkek oranı 2.4'tü. 65 olgu cilt bulguları, 16 olgu mukozal kanama, 2 olgu ise beyin kanaması ile başvurdu. Olguların 23’ünde kanama bulgusu saptanmadı. 9 hasta tedavisiz takip edildi. 94 hastaya steroid, 26 hastaya splenektomi, 10 hastaya immunsupresif tedavi uygulandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: ITP tanısı, diğer ayırıcı tanıların dışlanmasıyla koyulmaktadır. Tedavi olarak ise günümüzde çok çeşitli seçenekler bulunmaktadır. Biz de merkezimizde takip ettiğimiz hastalarımızın verilerini paylaştık.

INTRODUCTION: We aimed to investigate in terms of clinical course and treatment respons our patients who followed between years 2007-2012 with immune thrombocytopenic purpura.
METHODS: 103 patients were enrolled to study who diagnosed chronic immune thrombocytopenic purpura between the years 2007-2012 in Tepecik Training and Research Hospital Department of Internal Medicine. Patients were investigated retrospectively in terms of age, gender, treatment and response, clinical course.
RESULTS: The average age of the patients was 48.9 and female / male ratio was 2.4. 65 patients with skin lesions, 16 patients with mucosal bleeding, and two patients with brain hemorrhage were admitted. There were no signs of bleeding in 23 patients. 9 patients were followed without treatment. Steroid for 95 patients, splenectomy for 26 patients, immunosuppressive therapy for 10 patients were performed.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The diagnosis of ITP is set by the exclusion of other differential diagnoses. There are a variety of treatment options nowadays. We also shared data of our patients who we follow in our center.

CASE REPORT
10.Leiomyoadenomatoid Tumor Of the Uterus In Pregnancy: A Case Report
Senem Ersavaş, Nuket Eliyatkın, Sevil Sayhan, İsmail Zihni, Çağlar Sarıgül, Ayşe Yağcı
doi: 10.5222/terh.2015.120  Pages 120 - 124 (1085 accesses)
AMAÇ: Uterin adenomatoid tumor, özellikle intramural tipte olmakla birlikte komşu tümör alanlara yayılmış düz kas hipertrofisi şeklinde görülür. Bazı olgularda düz kasın baskınlığı leimyomu taklit edebilir bu yüzden "leimyoadenomatoid tümör" olarak ifade edilmiştir. Gerçekten de "leimyoadenomatoid tümör" terimi glanduler yapılarla baskın stromal düz kas prolifersayonu histopatolojik görünümü yansıtır. Tanının konması cerrah ve özellikle patolog açısından önemlidir. Çünkü bazen hücreler bizar görünümlü olabilir ve malignteyle karışabilir
YÖNTEMLER: Dört aylık hamile kadının uterusunda bir kitle saptandı. Makroskopik olarak 4,5x4x3 cm boyutlarında iyi sınırlı, düzgün yüzeyli, sert beyaz bir kitle görünümdeydi. Kesit yüzeyi solid, gri beyaz ve hareliydi.
BULGULAR: Mikroskopik olarak küboidal veya düzleşmiş ve taşlı yüzük hücreli vakuole epitelyal hücrelerle veya tubuler-glandular boşluklarla infiltre düz kas demetlerinden baskın bir kitle şeklindeydi.
SONUÇ: Solid büyüme paterni veya hücre şeritleri şeklinde olabilen bu tümörler, infilte malign epitelyal tümör veya mezotelyal neoplazm olarak veya küçük vakollü hücreler, taşlı yüzük hücreli karsinom şeklinde yanlış tanı konabilir. Bu yüzden biz, 30 yaşında hamile bir kadının utrusunda gelişen leimyoadenomatoid tümör olgusunu sunduk ve ayırıcı tanı ve patofizyolojisini tarıştık.
OBJECTIVE: Uterine adenomatoid tumors, in particularly the intramural type, are often accompanied by smooth muscle hypertrophy, which is usually represented by an entrapped myometrium permeated by the adjacent tumor. In some cases, the prominence of smooth muscle component simulates a leiomyoma, thus the lesion is denoted as a ‘leiomyoadenomatoid tumor’. Indeedly, the term “leimyoadenomatoid” is a descriptive name for this lesion and it reflects its histopathological appearance that is composed of prominent stromal smooth muscle proliferation accompanied by glandular structures. It is important that the surgeon and especially the pathologist recognize the existence of this tumor because the histological pattern is sometimes bizarre and the lesion could be misdiagnosed as malignant.
METHODS: A mass has been detected in fourth month pregnancy of a 30 year-old woman of uterus. Grossly, the mass had a well circumscribed, smooth surface, hard consistency, white tumor measuring 4,5x4x3 cm in size. The cut surface of specimen showed solid, grey white mass with a whorled appearance
RESULTS: In the microscopic examination of the mass, prominent fascicles of smooth muscle were infiltrated by cuboidal to flattened and signet ring-like vacuolated epithelial-like cells as well as tubular-glandular cystically dilated spaces
CONCLUSION: The possibility of tumors with a solid growth pattern or cords of cells being mistaken for an infiltrating malignant epithelial or mesothelial neoplasm, or those with small vacuoles being confused with a signet ring cell adenocarcinoma. Thus we herein reported this rare case of leiomyoadenomatoid tumor involving in uterus of 30 years old in pregnancy, and discussed its differential diagnosis and pathophysiology.

11.The Case of Systemic Lupus Erithematous Starting With Auricular Chondiritis
Murat Yalçın, Şenol Kobak, Hatice Yılmaz, Halil Aykır, Tugba Karadeniz, Ali Saklamaz
doi: 10.5222/terh.2015.125  Pages 125 - 128 (1089 accesses)
OBJECTIVE: Systemic lupus erythematosus is a chronic autoimmune disorder which can be seen in locomotor system or systemic disease. Chondritis is a inflammation of cartilage involving due to variable etiology.
METHODS: Chondritis can be seen at systemic lupus erythematosus which is a autoimmune disease. Case reports published in the literature, chondritis described with attack which in the course of lupus.
RESULTS: In present case the first symptom in patient was auricular chondritis, systemic lupus erythematosus patients in follow-up clinical and laboratory findings are evident
CONCLUSION: Chondritis is rare in patients with lupus, we present this case because it is much more rare with chondritis attack began.

12.Sjogren’s Syndrome Presenting with Central Nervous System Involvement: A Case Report
Ali Taylan, Vedat Gerdan, Ferhat Ekinci
doi: 10.5222/terh.2015.129  Pages 129 - 132 (1338 accesses)
AMAÇ: Sjögren sendromu (SS), erişkin nüfusun %2-3’ ünü etkileyen kronik inflamatuvar bir hastalıktır. Burada baş ağrısı yakınmasıyla başvuran, beyin görüntülemesinde vaskulit benzeri lezyonları olan ve Sjögren sendromu tanısı alan 32 yaşında bir kadın hasta tartışılmıştır. Sjögren sendromunda santral sinir sistemi (SSS) vaskuliti az görülen bir tutulumdur ve klinik olarak multipl sklerozu (MS) taklit ederek benzer radyolojik bulgular gösterebilir. Hastalara erken dönemde tanı konularak tedavinin başlatılması, hastalığın prognozu açısından büyük önem taşımaktadır. Basit bir baş ağrısı yakınması ile prezente olabilen SSS vaskuliti olgularında sjögren sendromunun ayırıcı tanıda akılda tutulması erken teşhis ve tedavi, komlikasyonların önlenmesi açısından önemlidir.
YÖNTEMLER: .
BULGULAR: .
SONUÇ: .
OBJECTIVE: Sjögren syndrome (SS) is a chronic inflammatory disease that affects 2–3% of the adult population. Central nervous system involment in this disease is rare and may show clinical and radiological findings similar to multiple sclerosis (MS). Here, a 32-years-old female patient who was referred with the complaint of headache with vasculitis- like lesions in brain imaging studies had diagnosis of Sjogren’s syndrome. CNS involvement in SS must be diagnosed and treated early that is very important for the prognosis of the disease. Vasculitis of brain could be presented with simple headache and Sjögren syndrome should be in differential diagnosis for early diagnosis and treatment, prevention of complication disease.
METHODS: .
RESULTS: .
CONCLUSION: .

13.Symptomatic Thornwaldt Cyst: Three cases
Erdem Atalay Çetinkaya, İlker Burak Arslan, İbrahim Çuakurov
doi: 10.5222/terh.2015.133  Pages 133 - 136 (3135 accesses)
Nazofarengeal bursa olarak da bilinen Thornwaldt bursası, nazofarenks orta hattında bulunan bir çıkmaz olup persistan notokord kalıntılarından meydana gelmiştir. Farengeal bursa, nazofarinks posterior duvarı boyunca longus kapitis adelesi arasında uzanan solunum epiteli ile kaplı bir boşluktur. Bursa ağzı tıkandığından Thornwaldt kisti olarak bilinen benign mukozal nazofarenks kisti gelişir. Sık görülmesine rağmen nazofarenksi tamamen doldurup tıkanıklığa yol açması nadirdir. Çoğu zaman asemptomatiktirler. Bununla birlikte enfekte olduklarında veya travmaya maruz kaldıklarında halitozis, oksipital baş ağrısı ve post nazal akıntı gibi semptomlara yol açabilirler. Tanı endoskopik muayene, radyolojik ve histopatolojik incelemeyle konulur. Ayırıcı tanıda adenoid kisti, seromusinoz gland kistleri, prevertebral abse, meningosel ve meningoensefalosel akla gelmelidir. Bu çalışmada semptomatik Thornwaldt kisti tanısı almış iki hastaya yaklaşımlarımız literatür eşliğinde sunulmuştur.
Thornwaldt’s bursa, also known as nasopharyngeal bursa, is a recess in the midline of the nasopharynx,which is produced by persistent notochord remnants. If the opening of the bursa is occluded, benign midline nasopharyngeal mucosal cyst called Thornwaldt cyst develops. Although Thornwaldt’ cyst is not a rare mass, nasopharyngeal obstruction is a rare condition deal with the enlargement of cyst. Cysts are almost always asymptomatic. However, if they become infected or exposed to trauma they can cause some symtoms include halitosis, occipital headache and postnasal drip. Radiological and endoscopic examination can be used to diagnose the cyst. The differential diagnosis should include a seromucinous glands cysts, intra-adenoid cysts, prevertebral abscess, meningocele or meningo-encephalocele. In this study, we present our approach towards patients diagnosed with symptomatic Thornwaldt cyst along with a literature review.

14.A rare cause of severe anemia in children: Hiatal hernia
Kayı Eliaçık, Ali Kanık, Halil Aydınlıoğlu, Erdem Gümüş, Masallah Baran, Cengiz Gökalp, Ebru Akar, Tunç Özdemir, Ali Rahmi Bakiler
doi: 10.5222/terh.2015.137  Pages 137 - 139 (1137 accesses)
AMAÇ: Hiatus hernisi diafragmanın gelişimsel defekti sonucu oluşan, çocukluk yaş grubunda nadiren görülen bir durumdur.
YÖNTEMLER: Hastalarda asemptomatik seyredebileceği gibi, solunum ve gastrointestinal sistem bulguları ve anemi görülebilir.
BULGULAR: Bu yazıda başvurusunda periferik nabızlar zayıf, kapiller dolum zamanı 2 sn.den uzun, kardiak nabız 168/dk ve ritmik, kan basıncı 70/50 mmHg olan, tetkiklerinde ağır demir eksikliği anemi saptanan, akciğer grafisinde tesadüfen görülen diafragma üstü serbest hava görülmesi ile hiatal herni tanısı alan iki yaşında bir erkek olgu sunulmuştur.
SONUÇ: Bu vaka nedeniyle şok tablosu ile başvuran derin anemili olgularda hiatus hernisi ve gastrointestinal sistem hastalıklarının ayırıcı tanıda akılda tutulması gerektiği vurgulanmıştır.
OBJECTIVE: Hiatal hernia is an uncommon disorder of childhood caused by developmental defect of diaphragm.
METHODS: The patients can be asymptomatic; however, respiratory and gastrointestinal system findings, and anemia may be develop.
RESULTS: In this paper, a two-year-old hiatal hernia case was presented whose admission findings were; weak peripheral pulses, capillary refilltime longer than 2 sec, cardiac pulse 168/min and rhythmic, blood pressure 70/50. Laboratory analysis revealed severe iron deficiency anemia, and a diagnosis of hiatal hernia was made with an incidentally detected over diaphragmatic free air on chest radiograph.
CONCLUSION: With this case, it was emphasized that in patients with shock clinic, hiatal hernia and gastrointestinal disease has to keep in mind for differential diagnosis.

15.Huge bladder stone coused acute renal injury,Case report
Mehmet Yoldaş, Tuba Kuvvet Yoldaş, Hakan Türk, Mustafa Karabıçak, Batuhan Ergani, Orçun Çelik, Mehmet Zeynel Keskin, Tufan Süelözgen, Salih Budak, Hakan Üçok, Ferruh Zorlu, Yusuf Özlem İlbey
doi: 10.5222/terh.2015.140  Pages 140 - 142 (1044 accesses)
Ülkemiz, taş hastalığının sık görüldüğü, İpek Yolu üzerinde yer alan; dünya taş kuşağı bölgesinde yer almaktadır. Ülkemizde taş hastalığı sıklığı %10’ un üzerindedir, ve mesane taşları tüm üriner sistem taşları içinde %5 gibi bir paya sahiptir. Hastalar genelde sıklık, aciliyet ve idrar yaparken ani kesilme şikayetleri ile başvurmaktadırlar, ancak bilateral hidronefroz ve akut böbrek hasarı ile hastaların karşımıza çıkması nadirdir ve litaretürde sadece olgu sunumları olarak rastlanmaktadır. Bu sunumumuzda bilateral hidroüreteronefroz ve akut böbrek hasarı ile başvuran 2 olguyu değerlendirdik.
Our country is situated the region stone disease commonly seen in region from the world of stone belt position corresponds to the silk road. This proportion is over 10%. Bladder calculi account for 5% of all urinary system calculi. Usually patients presented with frequency, urgency, but with bilateral hydronephrosis and acute renal injury are rare and case reports in literature. This presentation, we evaluate 2 patients with bilateral hydroureteronephrosis, and acute renal injury.

LookUs & Online Makale