E- ISSN: 3023-6215
ANATOLIAN JOURNAL OF GENERAL MEDICAL RESEARCH - Anatol J Med : 18 (2)
Volume: 18  Issue: 2 - 2008
CLINICAL RESEARCH
1.The Factors Impacting Complication Rates After Reduction Mammaplasty
Hidayet Çatal, Esmer Demirtosun, Ragıp Kayar, Murat Çobanoğlu, Osman Güngör, Mustafa Emiroğlu
doi: 10.5222/terh.2008.79923  Pages 53 - 59 (1613 accesses)
AMAÇ: Makromasti nedeniyle küçültme ameliyatı yaptığımız hastalarda görülen komplikasyonları ve buna yol açan etkenleri araştırdık. GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2004-Kasım 2006 tarihleri arasındaki dönemde yaş ortalaması 44 olan (27-73) 47 hastanın, 94 memesine makromasti nedeniyle küçültme yapıldı. 8 hastaya serbest areola grefti, 4 hastaya alt pediküllü ters T kesi, 25 hastaya üst iç pediküllü düşey kesi yöntemi (Hall-Findlay) uygulandı. Ortalama vücut kitle indeksi 36 (20,4-40,2 ) idi. Cerrahi komplikasyonlar meme başı nekrozu, seroma, hem atom, yara infeksiyonu, yara iyileşmesinde geçikme, yağ nekrozu, yara açılması, meme başı duyu kaybı ve kozmetik komplikasyonlar ise hipertrofık skar, eşitsizlik, köpek kulağı deformitesi olarak saptandı. Komplikasyonların cerrahi yöntem, çıkarılan doku miktarı, vücut kitle indeksi (VKİ), sigara kullanımı ve diyabet varlığı ile ilişkisi incelendi. BULGULAR: 94 memeden 52'sinde (%55,3) komplikasyon görüldü. Serbest areola greft (SAG) yönteminde meme başı duyu kaybı diğer yöntemlerden anlamlı oranda yüksek bulundu (p=0,001). Çıkarılan doku miktarı artıkça yara açılması (p=0,04),infeksiyon (p=0,05) ve meme başı duyu kaybı gibi komplikasyonlarda anlamlı artış saptandı (p=0,03). VKİ 30 ve üzerinde olan grupta hipertrofık skar (P=0,02), yağ nekrozu (p=0,04) anlamlı oranda yüksek bulundu. Yara iyileşmesinde gecikme sigara kullananlarda daha fazla görüldü (p=0,013). SONUÇ: Küçültme ameliyatları sonrası görülen komplikasyonlardan; hipertrofık skar ve yağ nekrozunun, şişman hastalarda (VKİ>30); meme başı duyu kaybı, infeksiyon, yara açılması ise gibi komplikasyonlarınsa 500 gr ve üzerinde doku çıkarılan grupta anlamlı oranda arttığı saptandı. Serbest areola grefti uygulanan grupta beklenildiği gibi meme başı duyu kaybı anlamlı olarak yüksekti. Ayrıca sigara kullanımının yara iyileşmesinde gecikmeyi anlamlı oranda arttırdığı, diyabetin komplikasyonları etkilemediği gözlendi.
AIM: We evaluated the types of complications after reduction mammaplasty in our patients. MATERIAL AND METHOD: Between January 2004 and November 2006, 94 breasts of 47 patients with average age of 44 (27 - 73) have been reduced by mammaplasty for macromastia. Free areola graft technique in 8 patients, adverse T incision with inferior pedicle technique in 14 patients and vertical incision w ith upper internal pedicle technique in 25 patiens was made. Average body rnass index was 36 (20,4 - 40,2). Surgical complications were nipple necrosis, seroma, hematoma, wound infection, delayed wound healing, fat necrosis, wound opening, and loss of nipple sensitivity whereas cosmetic complications were hypertrophic scar, asymmetrie and dog ear deformity. The type of operation, amount of tissue removed, body mass index (BMI), smoking cigarette and diabetes were evaluated in terms of causative factors leading to complication. FINDINGS: The overall complications rate was 55,3% in 94 breasts of 47 patients. Loss of nipple sensitivity in free areola graft method was reasonably higher than the other methods. (p=0,001). The wound opening (p=0,04), infection (p=0,05) and loss of nipple sensitivity (0,03) was higher in the patients with increased specimen weight. Hypertrophic scar (P=0,02) and fat necrosis (p=0,04) were higher in the group with BMI is over 30. The delayed wound healing was more frequent in cigarette smokers (p=0,013) RESULT: The rate of hypertrophic scar and fat necrosis were higher in obese (BMI over 30) patients, whereas wound opening, loss of sense of nipple and wound infection were higher if the tissue removal was över 500 gram. Free areola graft has a very high rate of loss of nipple sensitivity. Smoking was an increasing factor for delayed wound healing whereas no relation was found between diabetes and complications

2.The Histopathological Results Of The Patients To Whom Suspension Laryngoscopy Was Applied
İbrahim Çukurova, Doğan Özkul, Erdem Mengi, Hüseyin Kırşen, Erhan Demirhan, Ayça Tan
doi: 10.5222/terh.2008.46020  Pages 60 - 63 (1260 accesses)
AMAÇ: Kliniğimizde son 5 yılda uyguladığımız süspansiyon laringoskopilerinde alınan patolojik örnekleri incelenmiştir. GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimizde suspansiyon laringoskopisi uyguladığımız 425 olgunun dosyaları geriye dönük incelenmiştir. BULGULAR: Yaşları 17-71 (ortalama 48,9 yıl) aralarında değişen 425 olgunun 348'i (%82) erkektir. Süspansiyon laringoskopisiyle alınan spesimenlerin histopatolojik incelemesinde en sık görülen lezyonlar 143 olguda (%33,6) vokal kord polibi ve 104 olguda kanser (98 'i epidermoid kanser, 2'si adenokanser) idi. 14 hastada ise karsinoma in situ saptandı. SONUÇ: Süspansiyon laringoskopisi özellikle ses tellerindeki değişimlerin tanısı ve kanserden ayrılmasında rutin uyguladığımız yararlı bir yöntemdir.
AIM: The histopathological results of the operation materials of the patients to whom suspension laryngoscopy vvas applied in our clinic within last 5 years were evaluated. MATERIAL AND METHODS: The evaluation was performed retrospectively on 425 patients who was underwent suspension laryngoscopy in our clinic RESULTS: Range was between 17 and 71 (median 48,9 years) and the female/male ratio was 77/348. In the histopathological assesment of the 425 patients, vocal cord polyp was reported in 143 (33,6%) patients. There were a total 104 (24,4%) cases with malignancies in which 98 of them had epidermoid carcinoma and 2 had adenocarsinoma. Carcinoma in situ was detected in 14 patients. CONCLUSION: The suspension laryngoscopy is one of the most useful methods in both the diagnosis and the treatment of the vocal cord pathologies.

3.Percutaneous Ethanol Injection For Hepatocellular Carcinoma
Ali İlker Filiz, İlker Sücüllü, Yavuz Kurt, Zekai Pekkafalı
doi: 10.5222/terh.2008.80922  Pages 64 - 69 (1036 accesses)
AMAÇ: Hepatoselüler kanserli hastalarda perkütan etanol injeksiyonunun etkinliğini değerlendirdik. GEREÇ VE YÖNTEM: Hepatoselüler kanserli 23 hasta (18 erkek, 5 kadın, ortalama yaş 61) çalışmaya alındı. Tümör boyutlarına göre (3 cm. ve üstü) iki gruba ayrılan hastalara perkütan etanol injeksiyonu uygulanarak tam nekroz ve yineleme oranlan kıyaslandı. BULGULAR: Tümör çapı 3 cm'den küçük lezyonlarda tam nekroz oranı %92, üç cm'den büyük lezyonlarda ise %66 olarak bulundu. 12 aylık izi em sonucunda yineleme oranlan 3 cm'den küçük tümörlerde %14, 3 cm'den büyük tümörlerde ise %33 olarak saptandı. Hastaların 4'ünde (% 17) basit komplikasyonlar görüldü. Mortalite birinci grupta %14, ikinci grupta ise %33 olarak bulundu. SONUÇ: Perkütan etanol injeksiyonunun özellikle 3 cm'den küçük tümörlerde etkin olduğunu düşünmekteyiz.
AIM: The feasibility and effectiveness of percutaneous ethanol injection in hepatocellular carcinoma were evaluated. MATERIAL AND METHOD: We treated 23 patients with sonographically guided percutaneous injection of ethanol. The patients were divided in two groups according to the tumor size (less than 3 cm and larger than 3 cm). The complete necrosis of tumor and recurrence rate were compared. RESULTS: The complete necrosis rate was (92%) in fırst and (66%) in the other group. Recurrence rate was (14%) in smailer and (33%) in larger tumors. Minör complication was seen in four patients (17 percent). Mortality was (14%) in tumors less than 3 cm, and (33%) in the other group. CONCLUSION: We think that percutaneous ethanol injection with local anesthesia is a feasible and effective treatment method especially in small hepatocellular tumors.

4.Pulse Wave Velocity in Mitral Annular Calcification
Hüseyin Dursun, Ali Taner, Ersel Onrat, Gülay Yılmaz Özkeçeci, Alaettin Avşar, Mehmet Melek
doi: 10.5222/terh.2008.09552  Pages 70 - 74 (915 accesses)
AMAÇ: Bu çalışmada kardiyovasküler risk faktörleri benzer olan mitral anüler kalsifikasyon olan ve olmayan bireylerin nabız dalga hızlarım karşılaştırdık. GEREÇ VE YÖNTEM: Mitral anüler kalsifıkasyon'lu 20 hasta (10 kadın, ortalama yaş: 67 ± 9) ile kardiyovasküler risk faktörleri açısından bu gruba benzer, mitral anüler kalsifıkasyonu olmayan 20 hasta (10 kadın, ortalama yaş: 67 ± 8) çalışmaya alındı. Tüm hastaların transtorasik ekokardiyografi 1 eri yapıldı. Nabız dalga hızları ise Micromedical PT6000 eihazı kullanılarak belirlendi. BULGULAR: Mitral anüler kalsifıkasyonu olan hastaların, karotis-femoral nabız dalga hızı (8,48 ± 1,81 m/sn) ile, mitral anüler kalsifıkasyon olmayan bireylerin karotis-femoral nabız dalga hızı (8,83 ± 2,1 l m/sn) arasında istatistiki açıdan anlamlı fark bulunmadı. SONUÇ: Nabız dalga hızı mitral anüler kalsifıkasyon varlığından etkilenmemektedir.
AIM: In this study, we compare pulse wave velocity of patients with mitral annular calcifİcation and patients that have similar eardiovaseular risk factors but without mitral annular calcification. MATERIAL AND METHOD: Twenty patients with mitral annular calcification (10 women, mean age: 67 ± 9) and 20 patients that have similar cardiovaseular risk factors but without mitral annular calcification (10 women, mean age: 67 ± 8) were incuded in this study. The transthoracic echocardiography of all patients were done by HP Sonos 5500 machine with 7 Mhz Probe. Pulse wave velocity measurements are done by Micromedical PT6000 machine. RESULTS: Pulse wave velocity of the patients with mitral annular calcifıcation was (8,48 ±1,81 m/s), and pulse wave velocity of the patients without mitral annular calcifıcation was (8,83 ±2,11 m/sn) There was no statistically signifıcant difference between two groups. CONCLUSION: Pulse wave velocity is not effected by mitral anular calcifıcation existence.

5.The Effect Of Uncomplicated Percutaneus Coronary Intervention On Brachial Artery Flow Mediated Dilatation in Patients With Stable Angina Pectoris
Selçuk Pala, Mustafa Akçakoyun, Ramazan Kargın, Zekeriya Kaya, Cevat Kırma, Özlem Esen, Yunus Emiroğlu, Hekim Karapınar
doi: 10.5222/terh.2008.90688  Pages 75 - 80 (1116 accesses)
AMAÇ: Sistemik inflamasyonun endotel işlevini bozduğu bilinmektedir. Bununla beraber, komplikasyonsuz perkütan koroner girişim (PKG)'in endotel işlevini bozup bozmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada stabil anjina pektorisi (SAP) olan hastalarda yapılan komplikasyonsuz PKG'in sistemik inflamasyon ve brakiyal arterin akımla uyarılan vazodilatasyonu (AUV) üzerine etkisi araştırılmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: PKG yapılan ve temel inflamasyon markırları normal bulunan, stabil anjina pektoris (SAP) kliniği olan 40 hasta (30 erkek 10 kadın, yaş ortalaması 56±10) ile çalışma tamamlandı. Hs-CRP ve brakiyal arter AUV'u PKG öncesi ve PKG'den 48 saat sonra ölçüldü. BULGULAR: PKG sonrası hs-CRP düzeylerinde hafif artış izlendi (0,243 ± 0,105 mg/dl ve 0,434 ±0,130 mg/dl, p<0,0001). Bununla birlikte, AUV miktarında PKG öncesi ve sonrasında anlamlı değişiklik saptanmadı (%7,5±2,2 ve % 7,1 ±2,6, p>0,05). SONUÇ: Stabil anjina pektorisili hastalarda yapılan komplikasyonsuz perkütan koroner girişim sonrası, serum hs-CRP düzeylerinde hafif düzeyde artış olmakla birlikte brakiyal arterin akımla uyarılan dilatasyonu bozulmamaktadır.
AIM: It is well known that systemic infilammation impairs endothelial function. However, it is not clear whether uncomplicated percutaneus coronary intervention (PCI) causes endothelial dysfunction. The aim of this study was to investigate the effects of uncomplicated PCI on systemic inflammation and brachial artery flow mediated dilation (BAFMD) in patients with stable angina pectoris. MATETRIAL AND METHOD: Forty patients with stable angina pectoris (SAP), (30 male, 10 female, mean age: 56±10 years) with nonnal basal inflammation markers who had uncomplicated PCI were admitted to study. hs-CRP and BAFMD were measured before and 48 hours after PCI. RESULTS: There was a slight increase in hs-CRP levels after PCI (0,243 ± 0,105 vs 0,434 ± 0,130 mg/dl, p<0,0001). However, there were no statistically significant differences in BAFMD before and after PCI (%7,5 ±2,2 vs %7,1 ± 2,6, p>0,05). CONCLUSION: Although there were a slight increase in serum hs-CRP levels following uncomplicated percutaneous coronary intervention of patients with stable angina pectoris, brachial artery flow mediated dilation was not impaired.

6.Comparison of Effects of Esmolol, Remifentanil and Tramadol on Hemodynamic Response To Tracheal Intubation
Yücel Karaman, Doğan Özkul, İbrahim Çukurova, Erhan Demirhan, Yalçın Güvenli
doi: 10.5222/terh.2008.49032  Pages 81 - 87 (862 accesses)
AMAÇ: Çalışmamızda Kulak-Burun-Boğaz cerrahisi girişimlerinde, laringoskopi ve intübasyona bağlı olarak gelişen hemodinamik yanıtın kontrolünde intravenöz esmolol, remifentanil ve tramadol'ün etkinliğini karşılaştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmaya katılan 60 olgu rastgele 3 gruba ayrıldı. İndüksiyon öncesi birer dakika arayla 3 kez bakılan kalb hızı (KH), sistolik arter basıncı (SAB) ve diyastolik arter basıncı (DAB) ölçümlerinin ortalaması temel değer olarak alındı. Birinci gruba (Grup E) esmolol 2 mg/kg, ikinci gruba (Grup R) remifentanil 1 ug/kg, üçüncü gruba (Grup T) tramadol 2 mg/kg intravenöz uygulandı. İlacın 15 sn içinde yapılmasından 2 dk sonra indüksiyona 4-6 m g/kg tiyopental ve 0.5 mg/kg atrakuryum ile devam edildi. İndüksiyon sonrası 2. dk'da laringoskopi ve intübasyon gerçekleştirildi. İndüksiyon sonu ve intübasyon öncesi ve sonrası 10. dk'ya kadar olan KH, SAB ve DAB değerleri birer dakika aralıklarla ölçüldü. BULGULAR: Gruplar arasında demografik özellikler açısından fark bulunmadı. Kalb atım hızı değerlerinde tüm gruplarda temel ve intübasyon öncesi değerlere göre artış saptandı (p<0.05). Gruplar arası karşılaştırmada esmolol ve remifentanil grupları arasında tüm ölçüm zamanları arasında fark bulunmazken tramadol grubunda intübasyon sonrası kalb atım hızı değerlerinin diğer iki gruba göre daha yüksek olduğu görüldü (p<0.05). Sistolik arter basıncı ve diyastolik arter basıncı değerleri açısından ise intübasyon sonrası esmolol ve remifentanil gruplarında temel değerlere göre bir artış bulunmazken, tramadol grubunda tüm ölçümlerde istatistiksel olarak anlamlı bir artış saptandı (tramadol için sistolik arter basıncı temel değeri ortalama 129.9 mmHg iken intübasyon sonrası ortalama 138 mmHg'dır) (p<0.05). SONUÇ: Çalışmamızda kullandığımız 2 mg/kg esmolol ve 1 ug/kg remifentanil'in bolus dozlarının laringoskopi ve intübasyona bağlı hemodinamik yanıtları etkin olarak önlediği, 2 mg/kg dozunda kullandığımız tramadol'ün ise diğer iki ajan kadar etkin olmadığını saptadık. Bu nedenle; hiperadrenerjik uyarı oluşturan kulak-burun-boğaz cerrahisi girişimlerinde, hızlı başlangıç etkili ve kısa etki süreli esmolol ve remifentanil'in intiibasyona karşı gelişen hemodinamik yanıtın önlenmesinde daha etkili olduğu anlaşılmıştır.
OBJECTIVE: We aimed to compare the effıciency of intravenous esmolol, remifentanil and tramadol in control of the hemodynamic response occuring during laryngoscopy and intubation in ENT surgery. MATERIAL AND METHOD: The 60 cases who participated in the study were randomly separated into 3 groups. Esmolol 2 mg/kg to the fırst group (Group E), remifentanil 1 ug/kg to the second group (Group R), tramadol 2 mg/kg to the third group (Group T) was applied intravenously. On the second minute following the administration of the drug in 15 seconds, induction was carried on with 4-6 mg/kg thiopental and 0.5 mg/kg atracurium. On the 2nd minute post-induction, laryngoscopy and intubation was perfonned. The HR, SAP, and DAP values occuring during pre-induction and intubation and until the 1Oth min. post-intubation were measured with one min. intervals. THE FINDINGS: Difference between the groups in respect of demographic properties was not found. In our study, in all groups, the pre-intubation HR and arterial pressures were found signifıcantly lower according to the basai values (p<0,05). In the fırst 3 min. Following laryngoscopy and intubation, the HR and arterial pressure values were unchanged in the esmolol and remifentanil groups, while these parameters were found signifıcantly higher in the tramadol group (p<0,05). CONCLUSION: The bolus doses of esmolol and remifentanil were efficient in similar extent in prevention of hemodynamic responses due to laryngoscopy and intubation, however, 2 mg/kg tramadol is insufficient in suppressing the hemodynamic response.

CASE REPORT
7.Gigant Cystic Hygroma on Chest Wall: A Report of Two Cases
Özmert Özdemir, İlknur Kılıç, Kazım Küçüktaşı, Uğur Koltuksuz, Bircan Savran
doi: 10.5222/terh.2008.69491  Pages 88 - 91 (1057 accesses)
Kliniğimizde, göğüs duvarı tutulumlu, kistik higromalı iki yen i doğan olguda kistler cerrahi olarak tümüyle çıkarılmıştır. Herhangi bir komplikasyon ile karşılaşılmamıştır. Bu tür kistlerin atipik yerleşimli ve erken cerrahi girişimle iyi prognozlu oldukları dikkate alınmalıdır.
The complete surgical resection of the cyst was performed in two patients with cystic hygroma (CH) on chest wall in early postnatale life. No complications developed in these patients after surgery. The atypical locations of cystic hygroma and its good prognosis after early surgical resection has been stressed..

8.Knotting Of Intravesical Catheter; Unluckiness or Preventable Complication?
Ahsen Karagözlü Akgül, Mustafa Eres, Tunç Özdemir, Ali Sayan, Ahmet Arıkan
doi: 10.5222/terh.2008.35571  Pages 92 - 95 (1938 accesses)
Bu yazıda, mesane içinde kateter düğümlenmesi saptanan, 19 günlük ve bir günlük iki erkek hasta ile 15 aylık bir kız hasta olmak üzere üç hasta sunuldu. Birinci olguda 5 numara Nelaton sonda kullanılmış olup, düğümlenen sonda genel anestezi altında sistotomi yapılarak çıkarıldı. İkinci olguda idrar izlemi için takılan 6 numara Nelaton sonda mesane içinde ardarda iki defa düğümlendi. Sonda çekilerek çıkarıldı ve tekrar yerleştirilmedi. Olgu izleminin ikinci gününde solunum sorunları nedeniyle kaybedildi. Üçüncü olguda ise takılan 8 numara Foley sonda genel anestezi altında dışarı doğru çekildikten sonra düğümü hemostat ile açıldı. Sonda çıkarıldı. Yeni doğan ve bebeklerdeki mesaneye sonda uygulamalarında yumuşak kateterlerden kaçınılması, üretradan yerleştirilecek kısmın ölçülmesi, yeterli uzunlukta ilerletilmesi, erken çıkarılması, uzun süre kalacaksa sabitlenmesi, çıkarılırken yavaşça ve durmadan çekilmesi gibi önlemler mesane içi kateter düğümlenme riskini azaltır. Mesane kateterizasyonunun gerekmedikçe yapılmaması ve endikasyonlarının dikkatli seçilmesi gerektiği, yukarıdaki önlemlerin alınması ile bu nadir komplikasyondan kaçınılabileceği sonucuna varılmıştır.
Intravesical catheter knotting detected in a nineteen days-old and, one day-old male newborn, and fifteen months-old girl infant. Nelaton catheter (CH 5) wa.s used in patient 1. Knotted catheter was removed via cystotomy. In second patient, Nelaton catheter (CH.6) was knotted twice consecutively. The catheter was withdrawn with gentle traction in both condition. The patient died because of respiratory problems in two days after birth. Knotted Foley catheter (CH 8) was detected at third patient. The catheter was pulled gently under general anesthesia and the prolapsed knot was untangled with a haemostat. During inserting the urinary catheters in newborn and babies, soft catheters must be avoided, inserting length must be determined strictly by measuring, only adequate length of catheter must be inserted, catheters must be removed as soon as possible, slowly and without interruption and must be fixed if it will persist. This rare complication can be prevented by avoidance of unnecessary bladder catheterizations and if necessary, considering the precautions mentioned above.

9.Two Case With Different Clinical Findings: Familial Mediterranean Fever (Fmf)
Hüseyin Gülen, İpek Akil, Ayşe Şimşek
doi: 10.5222/terh.2008.34124  Pages 96 - 100 (1025 accesses)
5 yaşındaki erkek hasta tekrarlayan karın ağrıları ile incelenirken H. Pilori saptanmış, ardından yumuşak doku şişlikleri ve ateş gelişmesi üzerine Ailevi Akdeniz Ateş'i (AAA) düşünülmüştür. İkinci olgu 15 yaşındaki erkek, Henoch Schönlein vasküliti tanısı ile steroid tedavisi alırken klinik tablonun inat etmesi karşısında AAA düşünülmüştür. Her iki olguda da uygulanan kolşisine yanıt alınmış ve mutasyon analizi tanıyı doğrulamıştır. Buradaki iki olgu, AAA'nin başka tanılarla tedavi edilen ateşli hastalarda düşünülmesi gerektiğini göstermektedir.
5 years old boy with recurrent abdominal pain was diagnosed as H. Pylori infection. In follow-up, due to development of soft tissue swelling and fever, Familial Mediterrenian Fever (FMF) was thought. Second case was a 15 years old boy who was thought to have FMF for persistence of clinical situation while taking steroid treatment with diagnosis of Henoch Schönlein vasculitis, and in both cases there was good response to colchicine and diagnosis was confirmed with mutation analysis. These cases show that FMF should be considered in the differential diagnosis of febrile patients having treated for other diagnosis.

10.A Rare Cause Of Adult Bowel Obstruction: A Case Of
İlker Sücüllü, Ali İlker Filiz, Hasan Hakan Erem, Recai Gökcan
doi: 10.5222/terh.2008.62042  Pages 101 - 104 (1307 accesses)
Otuzbir yaşında kadın hasta,1 gün önce başlayan, karın ağrısı ve bulantı-kusma yakınmalarıyla başvurdu. Hastanın fizik bakısında, karında sağ alt kadranda belirgin olmakla birlikte tüm kadranlarda duyarlılık vardı. Rektal tuşede kan saptandı. Karın ultrasonografısi ve bilgisayarlı tomografisinde ileoçekal intususepsiyon görüntüsü vardı. İnvajine olan alanı içine alacak şekilde sağ hemikolektomi ve ileotransversostomi uygulandı. Spesimenin patolojik incelenmesinde invajinasyona neden olacak hiçbir patoloji görülmedi. Erişkin dönemde intususepsiyon çok nadir görülmekle birlikte karın ağrısı olan ve barsak tıkanmalı hastaların ayırıcı tanısında göz önünde bulundurulmalıdır.
A 31 -year-old woman presented to our emergency service with a one-day history of progressive abdominal pain, vomiting and nausea. On physical examination, she had abdominal tenderness mainly on the right lower quadrant. Blood was determined at the digital rectal examination. Abdominal computerized tomography revealed ileocecal intussusception. She underwent a surgical laparotomy and right hemicolectomy and ileotransversostomy including the invaginated segment was performed. The pathological examination of the resection material could not show any underlying pathology. Adult intussusception is a rare pathology, it must be considered as a possible cause with abdominal pain and intestinal obstruction.

11.Invagination in Adults: Problems in Diagnosis And Treatment
Savaş Yakan, Ahmet Şirinocak, Kemal Emre Telciler, Mehmet Tahsin Tekeli, Ali Galip Deneçli
doi: 10.5222/terh.2008.77257  Pages 105 - 108 (953 accesses)
Kliniğimizde ameliyat ettiğimiz 4 erişkin olguda invaginasyon saptandı. Preoperatif tanı yalnızca 2 olguda (%50) konabildi. Üç olguda saptanan ileoileal invaginasyonun nedeni bir olguda lipom, bir olguda polip, bir olguda ise idyopatik idi. Üç olguda da ileum rezeksiyonu uygulandı. Braun anastomoz sonrası jejunojejunal invaginasyon saptanan dördüncü olguda iskemik değişiklikler dışında bir patoloji yoktu (idyopatik) ve yalnızca 1 olgu (%25) kaybedildi
In this study we present four patients operated due to invagination of small bowels. Two patients were diagnosed preoperatively, whereas the other two patients were diagnosed at laparatomy. In three patients, invaginations were ileoileal, whereas in one patients invagination was jejunojejunal. Ileal resection was done in three patients, jejunal resection was done in fourth patient. The reason of invagination was lipoma and polyp in two cases. Two others was idiopathic. One patient died due to sepsis postoperatively

LookUs & Online Makale