E- ISSN: 3023-6215
ANATOLIAN JOURNAL OF GENERAL MEDICAL RESEARCH - Anatol J Med : 21 (1)
Volume: 21  Issue: 1 - 2011
CLINICAL RESEARCH
1.Our Supraglottic Laryngectomy Results (2006-2010
İbrahim Çukurova, Murat Gümüşsoy, Ümit Bayol, Orhan Gazi Yiğitbaşı
doi: 10.5222/terh.2011.89924  Pages 1 - 4 (1019 accesses)
Amaç: Larinks tümörleri, baş boyun malign neoplazmları arasında yer alan önemli morbidite ve mortalite nedenlerinden biridir. Laringeal kanserler tüm vücut kanserlerin %2-5’ini kapsar. Supraglottik larinks kanseri nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan olgular yaş, cinsiyet, histopatolojik tanı, primer hastalığın yerleşimi ve cerrahi tedavi sonuçlarına odaklanılarak incelenmiştir. Gereç ve Yöntemler: Kliniğimizde Ocak 2006 ile Şubat 2010 tarihleri arasında histopatolojik olarak supraglottik karsinom tanısı almış 14 olgunun (13 erkek,1 kadın; ortalama yaş: 61, yaş dağılımı 53-70 yıl) dosyaları geriye dönük olarak gözden geçirildi. Olgulara parsiyel larenjektomi veya transoral epiglotektomiyle birlikte boyun diseksiyonu ve postoperatif olarak radyoterapi uygulanmıştır. Bulgular: Klinik ve radyolojik olarak hastaların 8 (%57,1)’i evre 1, 4 (%28,7)’ü evre 2, 2 (%14,2)’si evre 3 olarak belirlenmiştir. Olguların 5(%35,7)’ine boyun diseksiyonu yapılmamıştır; fakat diğer 9(%64,3)’una bilateral boyun diseksiyonu yapılmıştır. Yerel kontrol evre 1 hastalarda %87,5, evre 2 hastalarda %75, evre 3 hastalarda %50 olarak bulunmuştur. Sonuç: Parsiyel larenjektomi, mevcut diğer cerrahi yöntemlere göre (total larenjektomi) postoperatif bakım ve maliyet açısından değerlendirildiğinde; uygun hasta seçimi, cerrahi tekniğin doğru uygulanması ve hastanın postoperatif yaşam kalitesi ile karşılaştırıldığında seçilmiş olgularda, larenks kanser cerrahisinin en önemli seçeneğidir.
Objective: Laryngeal neoplasms are one of the major causes of morbidity and mortality in head and neck malignant neoplasms. Laryngeal cancers consern 2-5% of all cancers. Patients who underwent surgical treatment because of supraglottic laryngeal cancer were examined for age, gender, histopathologic diagnosis, location of primary disease, surgical treatment and results. Materials and Methods: 14 cases (13 male, 1 female, mean age: 61, age range 53-70 years) who were histopathologically diagnosed as supraglottic carcinoma in our clinic between January 2006 and February 2010 were reviewed retrospectively. Patients treated with partial laryngectomy or neck dissection with transoral epiglottidectomy and postoperative radiotherapy. Results: 8(57.1%) patients classified as stage1, 4(28.7%) patientsas stage2, 2 (14.2%) patients as stage 3 for clinical and radiological findings. Neck dissection not performed to 5 (35.7%) of the patients, but bilateral neck dissection performed to the other 9 (64.3%) patients. Local control detected at the stage 1 %87,5, stage 2 75%, stage 3 50% of the patients.

2.Evaluat ion Of Oxidative Stress Parameters In Liver Cirrhosis
Fatih Dede, Mehmet Demir, Didem Şener, Neslihan Bukan, Mehmet Köş, Mehmet Arhan, Kerem Sezer, Erdal Eskioğlu
doi: 10.5222/terh.2011.17999  Pages 5 - 11 (1490 accesses)
Amaç: Bu çalışmada, karaciğer sirozu tanısı konulan hastalarda, farklı oksidatif stres belirteçleriyle; hastalığın evresi, komplikasyonların varlığı ve karaciğerin sentez fonksiyonları arasındaki ilişkiyi inceledik. Gereç ve Yöntem: Karaciğer sirozu tanısı almış ve Child-Pugh sınıflandırmasına göre üç evreye ayrılmış (A, B, C) 28 hasta çalışmaya alındı. Kan örneklerinde, nitrik oksit düzeyini ölçmek için nitrit,nitrat ve lipit peroksidasyonunu değerlendirmek için malonyldialdehit (MDA) düzeylerine bakıldı. Bulgular: Karaciğer sirozunun evreleri arasında, nitrit-nitrat düzeyleri için yapılan karşılaştırmada; A ve B evreleri arasında fark gözlenmezken; B ve C ile A ve C arasındaki karşılaştırmada, (sırasıyla p=0.000 ve p=0.002) sonuçlar anlamlıydı. Serum MDA değerleri, sirozun evresi ilerledikçe artmaktaydı ve istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (A ve B arasında p=0.002, B ve C arasında p=0.001, A ve C arasında p=0.001). Albümin düzeyi düşük olan hastalarla, normal olan hastaların nitritnitrat düzeyleri karşılaştırıldığında, elde edilen sonuç istatiksel olarak anlamlı idi.(p=0.008). Benzer şekilde, nitrit-nitrat düzeylerinin protrombin zamanı uzamış olan grupta da yüksek olduğu gösterildi (p=0.029). Sonuç: Karaciğer sirozunun evresi ilerledikçe oksidatif stresi gösteren belirteçlerin yükseldiğini ve özellikle, karaciğerin sentez fonksiyonlarını gösteren parametrelerle, oksidatif stres arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptandı.
Objective: In this study the relationship between different the oxidative stress markers and the stage, of the disease, complications and synthesis functions of liver in patients with liver cirrhosis were investigated. Material and Method: 28 patients with liver cirrhosis who were separated into three groups (A, B, C) according to Child– Pugh classification were included to the study. In order to determine the levels of nitric oxyde, nitrite and nitrate; and to evaluate lipid peroxidation, malondialdehyde (MDA) levels were examined in blood samples. Findings: When nitrite and nitrate levels were compared between the stages A and B no difference were observed; although, between stage B vs. C and A vs. C, significant difference were observed (p=0.000 and p=0.002 respectively). Plasma MDA levels increased with advanced stage of cirrhosis. And the increase was statistically significant (between A and B p=0.002, between B and C p=0.001, between A and C p=0.001). When compared nitrite and nitrate levels of the patients with low and normal albumin levels statistically significant results were observed (p=0.008). Similarly, it was shown that among patients with prolonged prothrombin time the nitrite and nitrate levels were higher (p=0.029). Conclusions: We determined that the higher level of oxidative stress markers were associated with advanced Stages of cirrhosis and especially, with showing the parameters of liver synthesis functions had significant relationship with oxidative stress.

3.Hepatitis B And Hepatitis C Seroprevalance Of Hospital Dininig Room Staff At Suat Seren Education And Research Hospital And Tepecik Education And Research Hospital
Şükran Köse, Ayhan Gözaydın, Gülfem Ece, Melda Türken, Lütfiye Kuzucu, Mehmet Erden
doi: 10.5222/terh.2011.93652  Pages 13 - 17 (1107 accesses)
Amaç: Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanelerindeki yemekhane personelinin Hepatit B ve Hepatit C seroprevalanslarını araştırmak. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda serum örnekleri her iki hastanede çalışan 77 personelden alındı. HBsAg, AntiHBV ve Anti-HCV belirteçleri enzim immunoassay (Diasorin, İtalya) yöntemi ile çalışıldı ve demografik özellikleri araştırıldı. Bulgular: Yetmiş yedi yemekhane personelinin 49 unda (%63.6) HBsAg ve AntiHBs negatif idi. Yirmi yedi personelde (%35.2) HBsAg negatif ve AntiHBs pozitif idi. Bir personelde (%1.2) HBsAg pozitif, AntiHBs ise negatif idi. AntiHCV hiçbir personelde tespit edilmedi. Sonuç: Bu çalışmada tespit edilen, her iki hastanenin yemekhane personeli arasındaki %1.2 lik HBsAg seroprevalansı diğer çalışmalardan daha düşüktür. Hepatit B seroprevalans çalışmaları toplum sağlığı için değişik zaman aralıklarında yemekhanelerde çalışan personellere yönelik olarak yapılmalıdır. Hepatit B virüsü ile karşılaşmamış olanlar mutlaka aşılanmalıdır.
Aim: To investigate the hepatitis B and hepatitis C seroprevalence of dining room staff in Dr. Suat Seren Pulmonary Diseases Teaching and Research Hospital and Tepecik Teaching and Research Hospital. Material and Methods: In our study, serum samples were collected from 77 dining room staff of both Dr. Suat Seren Pulmonary Diseases Teaching and Research Hospital and Tepecik Teaching and Research Hospital. HBsAg and AntiHBs and Anti-HCV markers were studied by enzyme immunoassay (Diasorin, Italy) and besides demographic data were evaluated. Results: Of the 77 dining room staff, 49 (63.6%) were HBsAg positive and AntiHBs negative. Twenty seven (35.2%) were HBsAg negative and AntiHBs positive. One dining room staff (1.2%) was HBsAg positive and AntiHBs negative. Anti-HCV was not detected in any of the staff members. Conclusion: In this study detected ratio of 1.2% HBsAg seroprevalance among the dining room staff of both hospitals is lower than the other studies. Seroprevalance studies of hepatitis B virus should be held in various time intervals among dining room staff for public health measures. The ones that are not exposed to Hepatitis B virus (HBV) need to be vaccinated.

4.Comparison Of Cavalieri Method With The Formula In Calculation Of Liver Volume In Magnetic Resonance Imaging
Fatma Yaşar, Tuna İmamoğlu, Gürhan Adam, Nuri Erdoğan
doi: 10.5222/terh.2011.48830  Pages 19 - 24 (1358 accesses)
Amaç: Karaciğer hacim ölçümlerinin Cavalieri yöntemiyle veya basit formüle dayalı ölçüm yöntemiyle elde eldilen sonuçlarının karşılaştırılması. Gereç ve Yöntem: Çalışma, hepatomegalisi veya karaciğerde yer kaplayıcı lezyonu olmayan 36 kişinin T2 ağırlıklı üst karın aksiyel manyetik rezonans (MR) kesitlerinde gerçekleştirildi. MR görüntülemesi Philips Achieva 1.5 Tesla MR cihazında alınan 7 mm kesit kalınlığı ve 1.5 mm kesit aralığında uygulandı. Karaciğerin hacmi iki farklı gözlemci tarafından Cavalieri ilkesine dayanan noktalı alan ölçüm yöntemi; ve karaciğerin belirli bir geometrik şekli (dörtkenarlı) olduğunu varsayan formüle dayalı yöntemi ile (A × B × C × 1/3) hesaplandı. Cavalieri yönteminde kesit kalınlığının oluşturduğu olumsuz etkiyi gidermek için hata katsayısı %0.05’in altında olacak şekilde matematiksel düzeltme işlemi gerçekleştirildi. Gözlemciler arası uyum ve yöntemlerin ürettiği sonuçlar arasındaki ilişki istatistiksel olarak incelendi. Bulgular: Cavalieri yöntemiyle yapılan ölçümlerde gözlemciler arasındaki uyum oldukça yüksektir (R=0,98). Formüle dayanan hesaplamada kullanılan çizgisel ölçümler için gözlemciler arası uyumlar da yüksek bulundu (R>0,94). Formüle dayalı ve Cavalieri yöntemiyle yapılan hesaplamaların ilişkisi orta-iyi derecedeydi (R=0,72). Sonuç: Formüle dayalı hesaplamalar daha pratik olmasına rağmen, karaciğerin büyüklüğü kabaca takmin edilebilir. Karaciğer büyüklük izleminin duyarlılıkla yapılması gereken durumlarda ve hepatomegali tanısı için arada kalınan olgularda Cavalieri yönteminin kullanılması daha akılcı bir yaklaşım olacaktır.
Aim: To compare the results obtained through based or’a simple formula and or Cavalieri method based on point counting of the liver volüme calculations. Material and Method: The study was conducted on T2 weighted axial MR images of upper abdomen in 36 patients with no evidence of hepatomegaly and/or mass lesion. MR imaging was performed by Philips Achieva 1.5 Tesla MR equipment with 7 mm slice thickness and 1.5 mm gap. Liver volume was calculated by two different observers through Cavalieri method based on point counting and a formula that is (A × B × C × 1/3), assuming that liver is a tetrahedron. To eliminate thevnegative effect of slice thickness in Cavalieri method, a mathematical correction was performed to keep the coefficient of error below 0.05%. Interobserver reliability of the measurements and the final calculations were statisticaly examined. Results: The interobserver correlation was significantly high (R=0.98)in Cavalieri method.Although the reproducibility of the linear measurements used in formula based approach was high (R>0.94), the correlation with the formula and point counting-based calculations was fair-to-good (R= 0.72). Conclusion: Although formula based cakulations are more practical,it can roughly estimate the liver volume. In borderline cases of hepatomegaly or in cases whom the liver size estimations require more precision, Cavalieri method offers a more rational approach.

5.The Succes Of Frozen Section To Show Surgical Margin Involvement During Breast Conservative surgery: Results In 39 Cases
Cem Karaali, Abdülaziz Kaya, Ragıp Kayar, Murat Çobanoğlu, Osman Güngör
doi: 10.5222/terh.2011.43247  Pages 25 - 32 (1612 accesses)
Amaç: Meme koruyucu cerrahide ikincil girişim riskini azaltmak için ameliyat sırasında uygulanan donuk kesit (frozen section) yönteminin cerrahi sınır değerlendirmedeki etkinliğini saptamak. Gereç ve yöntem: İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1.Genel Cerrahi Kliniğinde 1 Ağustos 2004 ile 1 Kasım 2007 tarihleri arasında meme koruyucu cerrahi uygulanan 84 hastaya ait veriler geriye dönük olarak incelendi. Hastalar, cerrahi örneklere donuk kesit metodu uygulanan 39 hasta ve Kontrol grubu olarak da Cerrahi örneklere donuk kesit metodu uygulanmayan 45 hastadan oluşturuldu. Bulgular: Donuk kesit grubundaki örneklerin parafin kesitinde cerrahi sınır dokuzunda olumlu idi. Olgularımızda donuk kesit yönteminin doğruluğu %92, duyarlılığı %87.5 ve özgüllüğü %93.5 idi. İki yanlış negatif, 1 yanlış pozitif sonuç vardı. Donuk kesit grubunda 2 hastanın reoperasyon gereği var iken, kontrol grubunda 6 hastanın reoperasyon gereği vardı. Donuk kesit grubundaki hastalar reoperasyonu kabul etmedi. Bu çalışmada donuk kesit metodu 7 hastayı (%17.9) reoperasyondan korudu ve bu fark istatistiksel olarak anlamlı olarak kabul edildi. Sonuç: Meme cerrahisinde, reoperasyonlardan kaçınmak için cerrahi sınır, meme koruyucu amaç nedeni ile donuk kesit metodu ile değerlendirilmelidir.
Aim of study: To determine the efficiency of evaluating of the surgical margin at the frozen section method used during the breast conserving surgery in order to diminish the risk of secondary re-intervention. Material and method: The data of 84 patients with breast cancer who underwent breast conserving surgery were analyzed in the department of First General Surgery Clinic, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, between August 1st 2004 to November 1st 2007. The patients were divided in two groups retrospectively. Frozen-section group: 39 patients who had been applied frozen section method of the surgical spesimens. Control group: 45 patients who had not been applied frozen section method of the surgical spesimens Results: In parafin section of specimens, surgical margin was positive in nine (23.1%) in frozen group. Frozen section method had a 92.3 percent accuracy, 87.5 percent sensivity and 93.5 percent specivitiy in our cases. There was two false negative (%5.1 percent) and one false positive (%2.6 percent) results. Six patients needed reoperation in control group, while only two in frozen group. The patients in frozen group did not accept reoperation. Frozen section method during operation has prevented a reoperation in 7 cases (17.9 percent) in this study and the difference was statistically significant. Conclusion: Our results suggest that, in order to prevent reoperations, surgical margins should be evaluated by frozen section method during breast conserving surgery.

6.The Impact Of Magnetic Resonans Imaging On The Diagnosis Of Ankylosing Spondylitis And It’s Relation With Clinical And Labaratory Findings And HLA B27 In To The Patients With Inflamatory Back Pain.
Ali Taylan, Yasemin Kabasakal, Vedat İnal, Mehmet Argın, Eker Doğan Avşargil
doi: 10.5222/terh.2011.28009  Pages 33 - 37 (1355 accesses)
Amaç: Ankilozan spondilit tedavisi son zamanlara kadar non steroid anti-inflamatuar ilaçlar (NSAİİ) ve fizik tedaviden ibaretti. Tümör nekroz faktörü (TNF ?) engelleyici ajanların (infliximab, etanercept, adalimumab) kullanılmaya başlanmasıyla birlikte AS’te klinik parametrelerde ve fonksiyonel kapasite de önemli düzelmeler sağlanmıştır. Bu nedenle erken tanı önem kazanmıştır. Konvansiyonel grafiler geç bulguları gösterir, ancak MRG(manyetik resonans görüntüleme) ile erken hastalık döneminde yumuşak doku, kıkırdak ve kemik yapılardaki değişiklikler gösterilebilir. MRI, pahalı ve zaman alıcı bir yöntem olduğundan, MRG kullanımından en fazla yararı sağlamak için yardımcı olabilecek klinik bulgu ve laboratuar testlerini gündeme getirmeyi amaçladık. Yöntem: İnflamatuar bel ağrısı olan ancak sakroiliak eklem grafisi normal 46 hasta(18 erkek,28 bayan) çalışmaya alınmıştır. Hastaların romatolojik muayenesi, göğüs ekspansiyonu ve CRP, ESH(eritrosit sedimantasyon hızı),HLA B27(İnsan lokosit antijeni altgrup B27) ile birlikte rutin tetkikleri yapılmıştır. Bulgular: İnflamatuar bel ağrısı olan ancak konvansiyonel grafilerde bulguya rastlanmayan 46 hastadan 8’inde MRG ile sakroilliit saptanmış ve ortalama hastalık süreleri de 7 yıl olarak bulunmuştur. Azalmış göğüs ekspansiyonu, HLA B27 pozitifliği, CRP, hastalık süresi MRG ile aksiyel spondilit saptanan hastalarda anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0,05).Lojistik regresyon analizinde CRP ve uzun hastalık süresi MRG pozitifliği için daha kuvvetli gösterge olmuştur (r =0,08). Sonuç: İnflamatuar bel ağrılı ancak konvansiyonel grafileri normal olan hastalarda, azalmış göğüs ekspansiyonu, HLA B27 pozitifliği, yüksek CRP ve uzun hastalık süresi MRG ile aksiyel spondilit saptamakta yardımcı olabilir.
Aim: Until recently, the treatment of ankylosing Spondylitis(AS) was restricted to non steroid anti-inflammatory drugs (NSAID) and physical therapy. Since the anti-tumor necrosis factor ? (TNF ?) blocking agents (infliximab, etanercept or adalimumab) are effective treatments and improve most of the clinical parameters and functional capacity. Today, early diagnosis and treatment of AS is more important. As conventional radiography only shows late changes, magnetic resonance imaging (MRI) suggested showing both early clue of inflammation on soft tissue, cartilage and response to treatment. As MRI is expensive, not readily available and time consuming method, we aimed to find out some physical finding and laboratory data to increase sensitivity and accuracy of the MRI for clinicians in AS diagnosis. Methods: Forty six patients with inflammatory back pain (18 males) with normal conventional radiographs of sacroiliac joints were included in the study. Rheumatologic evaluation with ability of chest expansion, sacroiliac MRI and routine laboratory tests, including HLA B27(Human Leukocyte Antigen Subgrup B 27), CRP and ESR (Erytrocyt Sedimantation Rate) were measured. Results: Out of 46 patients with inflammatory back pain and normal conventional radiography of sacroiliac joint and thoracic-lumbar vertebra, 8 had sacroiliitis on MRI with average 7 years of disease duration. Decreased chest expansion, HLA B27 positivity, high CRP value, longer disease duration were significantly common in patients with positive MRI finding for axial spondylitis (p<0,05). On logistic regration analysis, high CRP values and longer disease duration correlated more strongly with positive MRI findings (r =0,8). Conclusion: Patients with inflammatory back pain with normal conventional radiographs, longer disease duration with high CRP, (+) HLAB27 and decreased chest expansion may increase probability of finding axial spondylitis with MRI.

CASE REPORT
7.Urachal Carcinoma
Hakan Yetimalar, Burcu Kasap, Külal Çukurova, Aşkın Yıldız, Adnan Keklik, Ferit Soylu, Rukiye Mine Tunakan Öztop
doi: 10.5222/terh.2011.69851  Pages 39 - 41 (988 accesses)
Urakal adenokanserler kötü prognozla seyreden oldukça nadir görülen tümörlerdir. Olgu sunumumuzda 48 yaşındaki karın ağrısı şikayetiyle başvuran bir bayan hastada umblikus altına kadar uzanan yumuşak doku kitlesi palpe edildi. Bilgisayarlı Tomografi’de 13x10 cm boyutlarında solid ve kistik alanlar içeren kitle görünümü mevcuttu. Tümör cerrahi olarak çıkartıldı. Laparatomi esnasında overler ve tubalar olağan olarak izlendi ancak kitle ile uterus serozası arasında yaygın yapışıklıklar mevcuttu Hastaya total abdominal histerektomi ve bilateral salpingooferektomi operasyonu uygulandı. Patoloji sonucu urakal adenokarsinom olarak gelen kitle haricinde uterus dış yüzeyinde de urakal adenokarsinom infiltrasyonu tesbit edildi. Hastanın 2 yıllık takibinde nüks kitleye rastlanmadı. Urakus, urogenital sinüs ve allantoisin embriyolojik kalıntısıdır. İnvolüsyon doğumdan önce tamamlanır ve urakus median umblikal ligament olarak kalır. Urakal tümörlerin patogenezi halen tam olarak aydınlatılamamıştır. Pelvik kitle öntanısıyla cerrahiye alınan hastaların prognozunda yandaş tedavilerin yeri ise tartışmalıdır
Urachal carcinoma is an uncommon neoplasm associated with poor prognosis. A soft abdominal mass palpated below the level of umblicus in 48 year old woman admitted by the complaints of abdominal pain in our case report. CT scan revealed a mass of 13x10 cm consisted of solid and cystic components. Tumor was removed surgically. Ovaries and uterine tubes were normal but adhesions were present between the mass and uterine serosa. Total abdominal hysterectomy and bilateral salphingoopherectomy was performed. Pathology was revealed urachal adenocarcinoma and there was urachal adenocarcinom infiltration on the uterine serosa too. The recurence was not detected in 2 years follow up. The urachus is the embryological remnant of urogenital sinus and allantois. Involution usually happens before birth and urachus is present as a median umbilical ligament. The pathogenesis of urachal tumours is not fully understood until now. The role of adjuvant theraphy is not clearly understood at the prognosis of the patients who diagnosed and underwent surgery with pelvic mass.

8.Nasal Hamartoma
İbrahim Çukurova, Aytekin Yaz, Murat Gümüşsoy, Gül Caner Mercan, Ümit Bayol, Orhan Gazi Yiğitbaşı
doi: 10.5222/terh.2011.46847  Pages 43 - 47 (1815 accesses)
Hamartom ya da hamartoma geliştiği organda normal olarak mevcut bulunan oluşturucu unsurlarla anormal bir karışımdan oluşan, tümör görünümlü bir doku malformasyonudur. Bu doku normal bir görünümde olsa da, fonksiyonları değişiktir. Çoğunlukla iyi huylu tümörlerdir. Neoplazmların aksine hamartomlar devamlı olarak çoğalma yeteneklerinin olmaması, kendilerini sınırlayan bir çoğalma ile sonuçlanırlar. Hamartomlar akciğer, karaciğer, böbrek, intestinal sistemden köken alma eğilimindedirler. Ancak üst solunum yollarında çok sık görülmezler. Nazal hamartomlar (NH) nadir olmakla birlikte yaygın olarak nazal septum ya da nazal kavite kaynaklıdırlar. Histolojik olarak yaygın alt tip serömüköz bezden değil solunumsal epitelden orijin alan glandular elemanların varlığıyla karakterize olan Respiratuar Epitelial Adenomatoid Hamartom (REAH)’dur. Bu özellik onları glandular elemanların serömüköz bezden orijin aldığı inflammatuar poliplerden ayırır.Hamartomaların etiyopatogenezi bilinmemektedir. Bu sunumumuzda REAH tespit edilen bir olgumuz ve nazal kaviteden orjin alan bu tümör tipinin literatürü gözden geçirilecektir.
Hamartom or hamartoma is a tumor-looking tissue malformation that consist the mixture of normally forming elements of thedeveloped organ and an abnormal elements. Although this tissue’s appearance normal but functions is different. Mostly they are benign tumors. Hamartoma, unlike neoplasms, have not continuous growth ability, result of this limitting themselves to proliferation. Hamartoma tend to originate from lung, liver, kidney, intestinal system. However, upper respiratory tract is a uncommon location. Nasal hamartomas (NH) are rarely seen but widely originate from nasal septum or nasal cavity. Histologically, the common sub-type is Respiratory Epithelial Adenomatoid hamartoma (REAH), which is characterized by the presence of glandular elements originating from the respiratory epithelium, not the serömüköz gland. Thisproperty separates themfromthe inflammatory polyps, that’sglandular elements originate from serömüköz glands. Hamartomas etiopathogenesis is unknown. This case present a REAH determined patient, and reviewing the literature of this type of tumor that originating from the nasal cavity.

LookUs & Online Makale