E- ISSN: 3023-6215
ANATOLIAN JOURNAL OF GENERAL MEDICAL RESEARCH - Anatol J Med : 23 (3)
Volume: 23  Issue: 3 - 2013
CLINICAL RESEARCH
1.Evaluation Of The Quick Self-Rated Depressive Symptoms Inventory Form And Beck Depression Inventory For Diabetic Patients
Yusuf Adnan Güçlü, Esma Dilek Yıldız, Funda Ünsal, Kurtuluş Öngel
doi: 10.5222/terh.2013.59320  Pages 113 - 119 (1397 accesses)
Amaç: Kronik hastalıklar tüm dünyada önemli bir sağlık sorununu oluşturmaktadır. Bunlardan birisi de Diabetes Mellitus’tur (DM). DM beta hücrelerinden salgılanan insülin miktarında azalma, insülin yokluğu ve periferik dokuda insuline duyarsızlık nedeni ile ortaya çıkan hiperglisemi ile karakterize metabolik bir hastalıktır. Komplikasyonlarından birisi depresyondur. Bu çalışmada diyabet ve depresyon arasındaki ilişkinin iki değişik ölçekle tespit edilip karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği’nde Mart-Haziran 2013 tarihlerinde gerçekleştirildi. Çalışmaya kendi istekleri ile katılmayı isteyen diabetes mellituslu tüm hastalar (s: 80)alındı. Hastalara, Hızlı Depresif Belirti Envanteri Özbildirim Formu ve Beck Depresyon Ölçeği uygulanarak veriler değerlendirildi. Dörtlü likert tipi değerlendirme ile soruların yüzde dağılımı ve ölçeklere göre istatistiki anlamlılıkları çıkarılarak, hastaların puanları hesaplandı. Bulgular: Çalışmaya 41 kadın (%51,2 ) ve 39 erkek (%48,8) olmak üzere 80 kişi katıldı. Araştırmaya katılanlardan 55’i (%68,8) 65 yaş altı, 25’i (%31,2) ise 65 yaş üstü hastalardan oluşmaktaydı. Hızlı depresif belirti envanteri özbildirim formuna göre 43 kişinin (%53,8) depresif belirti gösterdiği belirlendi. Beck depresyon ölçeğine göre ise 54 kişide (%67,5) depresif belirtiler vardı. Her iki ölçek sorularına verilen cevaplar, istatistiksel anlamlılık açısından birbirleri ile karşılaştırıldığında, sorulara verilen cevaplar, kendi aralarında büyük oranda istatistiksel anlamlılık göstermekteydi. Sonuç: Bu çalışma ile hastalarımızda psikiyatrik bozukluklar açısından dikkatli olmamız gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Polikliniğimize herhangi bir nedenle başvuran her hastaya yukarıdaki iki ölçeğin uygulanması, tanı koyucu değere sahiptir.
Aim: Chronic diseases constitute a major health problem all over the word. One of them is diabetes mellitus (DM). DM is a metabolic disorder, characterised by decrease in the amount of insulin secreted from beta cells, insulin absence and hiper-glisemia because of insulin insensitivity in the peripherial tissue. One of its’ complicasion is depression. In this study; relationship between diabetes and depression was aimed to be compared by two different scales. Material and Method: Study was performed in Izmir Tepecik Education and Research Hospital Family Medicine Polyclinic between March-June 2013. All diabetec patients, who agreed to participate in the study, were included (n: 80). Quick Self- Rated Depressive Symptoms Inventory Form and Beck Depression Inventory were applied and evaluated. Quartet with Likert- type ratings, questions and scale according to the percentage distribution of statistical significance were removed and patients’ scores were calculated. Findings: Total 80 person; 41 women (51.2%) and 39 men (48.8%) were participated to the study. 55 participants (68.8%) were under 65 years old and 25 participants (31.2%) were older than 65. 43 people (53.8%) showed depressive symptomatology according to quick self-related depressive symptoms inventory. According to beck depression inventory, 54 persons (67.5%) showed depressive symptomatology. Answers for questions in both of the scales; when compared with each other, demonstrated statistical significance among themselves. Conclusion: In this study, it is found out that we need to be careful in our population in terms of psychiatric disorders. The implementation of the above two scales for every patients admitted for any reason, has diagnostic value

2.Transobturator Sling Operations On Post-Prostatectomy Incontinence: Results in 27 cases
Burak Arslan, Baran Antar, Zafer Kozacıoğlu, İbrahim Halil Bozkurt, Tarık Yonguç, Fırat Akdeniz, İsmail Gülden
doi: 10.5222/terh.2013.47887  Pages 121 - 126 (1054 accesses)
Amaç: Post-prostatektomik üriner inkontinans nedeniyle uygulanan transobturator askı yönteminin etkinliğinin değerlendirilmesi. Gereç ve Yöntem: 2007-2012 yılları arasında prostatektomi operasyonları sonrası gelişen idrar kaçırma nedeniyle 27 hastaya transobturator askı operasyonu uygulandı. Hastaların inkontinans derecesinin tespiti 24 saatte kullandığı ped sayısına göre yapıldı. Günlük 1-2 ped kullanımı hafif, 3-5 ped kullanımı orta ve >5 ped kullanımı ciddi inkontinans olarak sınıflandırıldı. Transobturator askı operasyonu sonrası hastaların takiplerinde idrar inkontinansı olmayan ve ped kullanmayan hastalar kuru, <2 ped/gün kullanan veya operasyon sonrası kullandığı ped sayısında ?%50 azalma olan hastalar klinik iyileşme, >2 ped/gün kullanımı veya kullanılan ped sayısı <%50 azalan hastalar başarısız olarak kabul edildi. Bulgular: Seride yaş ortalaması 64.3(58-72) dür(Postoperatif 3. ay kontrollerinde hastaların 9’unda (%33,4) tam kuruluk, 7’sinde (%25,9) klinik iyileşme saptandı. 11 hastada (% 40,7) ise operasyon öncesine göre herhangi bir değişiklik olmadığı görüldü. Preoperatif / postoperatif ölçülen abdominal zayıf nokta basıncı (AZNB) değerleri ve preoperatif / postoperatif kullanılan günlük ped sayıları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı. (p<0,05). Hastaların 12. ay kontrollerinde, retropubik radikal prostatektomi (RRP) sonrası inkontinan olup postoperatif 3. ayda tam kuruluk sağlanan 2 hasta ve klinik iyileşme sağlanan 1 hastada orta derecede inkontinans saptandı. İnkontinans derecesine göre değerlendirildiğinde başarı oranının; hafif derece inkontinans grubundaki 5 olgunun tümünde( %100), orta derece inkontinans grubundaki 18 olgunun 8’inde(%44,4) olduğu saptandı. Şiddetli inkontinans grubundaki 4 olgunun tümünde(%100) ise operasyonun yarar sağlamadığı görüldü. Sonuç: Transobturator askı yöntemi, hafif-orta derecede post-prostatektomik üriner inkontinansı olan seçilmiş olgularda tercih edilebilir bir yöntemdir. İnkontinans etiyolojisi radikal prostatektomi olan ve ileri düzey kaçırmalarda bu prosedürün başarı şansının bulunmadığı ortaya konmuştur.
Aim: To evaluate the effectiveness of transobturator sling operation on patients with post prostatectomy incontinence. Material and Method: Transobturator sling procedures were performed on 27 incontinent, post prostatectomy patients between 2007 and 2012. The degree of incontinence was determined by the number of pads used daily. 1-2 pads/day, 3-5 pads/day and >5 pads/day were classified as mild, moderate, severe incontinence, respectively. During the followup for the transobturator sling operation; the continent patients with no need for pads, <2 pads/day and less than 50% decrease in the total numbers of pads used daily were classified as ‘dry’, ‘clinical improvement’ and ‘failure’, respectively. Findings: On 3rd postoperative month; 9 patients (33,4%) were completely dry, 7(25,9%) had clinical improvement and 11 patients(40,7%) experienced no difference compared with the preoperative period. There was a statistically significant difference between the preoperative and postoperative ALPP (abdominal leak point pressure) values and pads used daily (p<0,05). On 12th month followup, moderate incontinence was detected on 3 patients with retropubic radical prostatectomy; one with clinical improvement and two being dry on the 3rd postoperative month. When the success rates were evaluated according to the level of incontinence; 100%, 44,3% and 0% success rates were observed for mild, moderate and severe incontinence, respectively. Conclusion: Transobturator sling method is a reasonable choice for selected post prostatectomy patients with mild-moderate incontinence. It’s noteworthy that patients having radical prostatectomy as the etiologic factor for urinary incontinence, this procedure has lower success rates.

3.Use Of Anti-Hypertensive Drugs In Family Medicine Polyclinic
Yusuf Adnan Güçlü, Abdurrahman Ersu, Nazmiye Kaçmaz Ersu, Kurtuluş Öngel
doi: 10.5222/terh.2013.57527  Pages 127 - 132 (1177 accesses)
Amaç: Hastanemiz Aile Hekimliği Polikliniği’ne başvuran hipertansif hastaların yaşları, cinsiyetleri, ilaç kullanımları, ek hastalık durumları gibi verilerin ortaya konması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma geriye dönüktür. 03.09.2007 ile 06.03.2013 tarihleri arasında İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Aile Hekimliği Polikliniği’ne başvuran ve antihipertansif ilaç kullanım raporu çıkarılan hastalar oluşturmuştur. Toplam 13951 hasta içerisinden, 240 hasta çalışmaya alınmıştır. Hipertansif hastalar hastane kayıtlarından taranarak hastalara ait yaş, cinsiyet, ilaç kullanımı, ek hastalıkları bulunup bulunmadığı ve ek hastalıkları varsa hangi ek hastalıklara sahip oldukları kaydedilerek bu parametrelerin yüzde dağılımı hesaplandı. Bulgular: Çalışmaya alınan 240 hipertansif hastanın 58’i (%24,2) 61-65 yaş aralığındaydı. Olguların 151’i (%62,9) kadın ve 89’u (%37,1) erkekti. Hipertansiyona ek olarak en sık görülen hastalık diabetes mellitustu (DM). Hipertansif hastaların 22’sinde (%9,2) hipertansiyona yalnızca DM eşlik etmekteydi; hastaların 17’sine (%7,1) ise yalnızca hiperlipidemi eşlik etmekteydi. Hipertansiyonla birlikte hem DM hem de koroner arter hastalığı (KAH) bulunan hasta sayısı 15’ti (%6,2). Buna karşın yalnızca KAH’ın eşlik ettiği hasta sayısı 7 idi (%2,9). 5 hastada (%2,1) ise hipertansiyona hiperlipidemi, KAH ve DM eşlik etmekteydi. Monoterapide en sık kullanılan ilaç Anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) baskılayıcılar olarak tespit edildi. 9 hasta (%3,8) ACE inhibitörleri kullanmaktaydı. İkili ilaç kombinasyonlarından en sık kullanılan anjiotensin reseptör blokeri (ARB) ile birlikte hidroklortiazid (HCT) idi. 50 hasta (%20,8) ARB+HCT ilaç kombinasyonunu kullanmaktaydı. 30 hasta (%12,5) kalsiyum kanal blokeri+ARB+HCT kombinasyonunu kullanmaktaydı ve üçlü antihipertansif kullanan hasta grubunda en sık kullanılan kombinasyon buydu. Sonuç: Çalışmada hipertansiyona DM’nin de eklenmesinin KAH gelişme riskini artırdığı görüldü. Çalışmada monoterapide en sık kullanılan antihipertansifin ACE inhibitörleri olup ikili antihipertansif kombinasyonlarında ise HCT ile birlikte ACE inhibitörleri ya da ARB’ler en sık kullanılmaktaydı. Bununla birlikte ACE inhibitörleri ve ARB’ler üçlü ilaç kombinasyonları içinde de en sık kullanılan ilaç gruplarıydı.
Aim: To analyse data such as hypertensive patients’ age, gender, medications, drug usage in our Outpatient Clinic of Family Medicine in a teaching hospital. Material and Method: The study was planned retrospectively. The population of the study was consisted of patients who were referred to Izmir Tepecik Education and Research Hospital Family Medicine Polyclinic and issued with antihypertensive medical reports between 03.09.2007 and 06.03.2013. Among 13951 patients, according to the sampling formula with number of known universe, 240 patients were included to the study. Hypertensive patients were scanned from hospital records, and age, gender, medical situation, and additional diseases were noted and the percentage distributions were calculated. Findings: 58 patients (24,2%) of the total 240 hypertensive patients were between 61-65 ages. 151 patients were (62,9%) woman and 89 (37,1%) were man. The most seen additional disease was diabetes mellitus (DM). 22 hypertensive patients (9,2%) were only presented with DM and 17 patients (7,1%) were only presented with hyperlypidemia. 15 hypertensive patients (6,2%) showed together with both diabetes mellitus and coronary artery disease (CAD). Whereas, the number of showing CAD along with the diabetis was 7 (2,9%). For 5 patients (2,1%) hypertension was together with hyperlypidemia, CAD and DM. The most used drugs for monotherapy were anjiotensin converting enzyme (ACE) inhibitors. 9 patients (3,8%) were using ACE inhibitors. The most used two drug combination was anjiotensin reseptor blocker (ARB) plus hydroclorotiazid (HCT). 50 patients (20,8%) were using the ARB+HCT combination. 30 patients (12,5%) were using the calcium canal bloker+ ARB+HCT combination and that was the most used three anti-hypertensive drug combination. Conclusion: It was seen that when DM was added to hypertension, the risk of CAD increases. The most used antihypertensive agent in monothrepy was ACE inhibitors; for combined therapy ACE inhibitors plus HCT or ACE inhibitors plus ARB were mostly chosen. Besides this; ACE inhibitors and ARB were the most used drugs for triple drug combination.

4.Quality Of Life In Chronic Renal Failure
İsmail Atasoy, Hülya Çolak, Yasemin Akdenız, Mehmet Tanrısev, Beyhan Özyurt
doi: 10.5222/terh.2013.47715  Pages 133 - 141 (1368 accesses)
Amaç: Kronik Böbrek Yetmezliği (KBY) olan hastalarda yaşam kalitesini etkileyen faktörleri araştırmak. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 5 Ekim 2012-30 Mayıs 2013 tarihleri arasında Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde KBY nedeniyle tedavi uygulanan veya ayaktan rutin kontrole gelen, çalışma kriterlerine uyan KBY hastaları ve Böbrek Yetmezliği dışı nedenler ile polikliniğine baş vurup tetkik edilen hastalardan rastgele seçilen toplam 130 hasta üzerinde yapılmıştır (KBY’li olup hemodiyalize giren-girmeyen ve kontrol grubu olarak toplam 3 grup vardır). Bulgular: Çalışmada hastaların sosyo-dermografik özellikleri, yaşam kalitesi ölçeği SF-36 kullanılarak değerlendirilmiştir. Çalışmamıza katılan grupların yaş ortalaması, cinsiyet, medeni durumları açısından gruplar arasında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmamıştır. Yaşam kalitesi ile yaş arasında negatif yönde ve ileri düzeyde anlamlı ilişki saptadık. Bekar olguların yaşam kalitesi puanları daha yüksek olmakla birlikte fark anlamlı değildi.KBY olması ve hemodiyaliz (HD) girme ile yaşam kalitesi arasında negatif yönde ve ileri düzeyde anlamlı bir farklılık saptandı. KBY grubunda hemodiyalize giren ve girmeyenler arasında hastaların yaşam kalitesi açısından anlamlı bir fark bulunamadı. Sonuç: Sonuç olarak; KBY hastalarında yaşam kalitesinin kötü olduğunu ve yeni risk faktörlerinin saptanması için hastaların daha sıkı izlenmesi ve daha detaylı ölçekler geliştirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Aim: To search quality of life in patients with chronic renal failure (CRF). Material and Method: This study was performed randomly among patients treated with the diagnosis of CRF and outpatient control group in between 5 October 2012 to 30 May 2013 in Tepecik Training and Research Hospital a total of 130 patients. In this study, socio-dermographic characteristics with a form that contains the properties of the SF-36 quality of life scale (The Item Short Form Health Survey MOS SF-36) was used. Findings: In our study, There were no statistically significant differences detected between groups in terms of mean age, gender, marital status. There was a significant negative correlation between quality of life and age. Single patients have higher quality of life but the difference was not significant. There was a significant negative correlation in quality of life scores in CRF and HD patients. There was no significant differences in quality of life in CRF patients either on HD treatment or not. Conclusion: As a result, we believe that, quality of life is worse in patients with CRF than the control group. To detect these risk factors, patients must be closely monitored and needs. more advanced scales developed

5.Retroperitoneal Laparoscopic Cyst Decortication In the treatment of symptomatic Simple renal cysts
Hüseyin Aydemir, Salih Budak, Osman Köse, Şükrü Kumsar, Hasan Salih Sağlam, Öztuğ Adsan
doi: 10.5222/terh.2013.40060  Pages 143 - 146 (1218 accesses)
Amaç: Bu çalışmada, kliniğimizde semptomatik basit böbrek kistlerinin retroperitoneal laparoskopik yöntem ile tedavisinin sonuçlarını değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: Ocak 2011 ve Temmuz 2013 tarihleri arasında semptomatik böbrek kisti nedeniyle retroperitoneal laparoskopik kist dekortikasyonu uyguladığımız 35 hastanın kayıtları incelendi. İzlem süresi yetersiz ya da izlem dışı olan üç hasta çalışma dışı bırakıldı. Hastalar cinsiyet, yaş, semptom, kist yerleşimi, kist büyüklüğü, operasyon süresi, hastanede kalış süresi ve komplikasyon yönüyle değerlendirildi. Bulgular: Hastaların ortalama yaşları 58.43 (±12,9) yıl, 10’nu (%31,2)kadın, 22’si (% 68,8) erkek idi. En sık semptom yan ağrısıydı. Ortalama kist çapı 78.34 (±16.94) mm olarak tespit edildi. Bütün hastalara retroperitoneal yaklaşım uygulandı. Kistlerin 14’ü (%43,7) sağ böbrekte, 18’i (% 56,3) ise sol böbrekte idi. Ortalama hastanede kalış süresi 1,23 (±0.45) gün olup, ortalama operasyon süresi 72.80 (±7.58) dakika olarak gerçekleşti. Bir hastada hemorajik vizyon nedeniyle açık cerrahi yapılmak zorunda kalındı. Bütün kistler Bosniak tip1 ve 2 olarak sınıflandırılmış olup patolojik incelemelerinde malinite bulgusuna rastlanmadı. Hastaların postoperatif 3.ncü ay ultrasonografik kontrollerinde kiste rastlanmadı. Semptomatik başarı oranı %84, radyolojik başarı oranı ise %100 olarak tespit edildi. Sonuç: Basit böbrek kistlerinin tedavisinde, retroperitoneal laparoskopik yöntem, minimal invaziv, güvenli ve etkin bir seçenektir. Ayrıca retroperitoneal yaklaşım karıniçi organ yaralanması veya peritonit gibi komplikasyonlardan kaçınılmasını sağlar
Aim: In this study, we evaluated the results of the treatments of symptomatic simple renal cysts that were carried out at our clinic using the retroperitoneal laparoscopic procedure. Material-Methods: Between the date January 2011 and July 2013 the records of 35 patients who underwent retroperitoneal laparoscopic cyst decortication due to symptomatic renal cysts were scrutinized. The patients were evaluated according to age, symptom, cyst location, cyst size, operation time, length of hospital stay and complications. Results: The mean age of the patients was 58.43 (± 12.9) years, 10 patients were female (31.2%), and 22 (68.8%) were male. Average cyst size was 78.34 (±16.94) cm. All patients were operated on using the retroperitoneal approach. 14 cyst (43.7%) were located on the right side and 18 (56.3) were located on the left side. The average duration of hospital stay was 1.23 (±0.45) days and the average operation time was 72.80 (±7.58) minutes. One patient had to undergone open surgery due to hemorrhagic vision. All cysts were classified as Bosniak type 1 or 2 and pathological examination revealed no evidence of malignancy. No cysts were found during three postoperative ultrasound control of the patients. Symptomatic success rate of 84%, radiological success rate of 100% was detected. Conclusion: The retroperitoneal laparoscopic procedure is a minimally invasive, safe and effective option in the treatment of simple renal cysts. In addition, the retroperitoneal approach provides avoidance of complications such as peritonitis and intraabdominal organ injury.

6.Evaluation Of An Abstract Evaluation Scale Used At Scientific Article Publishing From The Aspect Of Factor Analysis
Murat Altuntaş, Tevfik Tanju Yılmazer, Kurtuluş Öngel
doi: 10.5222/terh.2013.73659  Pages 147 - 150 (1372 accesses)
Amaç: Çalışmamızın amacı; bir aile hekimliği dergisinde yayınlanan tüm makaleleri özet kısımları başta olmak üzere değerlendirerek EURACT (Avrupa Aile Hekimliği Eğiticileri Akademisi) tarafından hazırlanmış olan “Özet Değerlendirme Ölçeğinin geçerliliğinin bilimsel açıdan değerlendirilmesidir. Yöntem: Bir aile hekimliği dergisinde yayınlanıp belirli bir örneklem yöntemi ile seçilen 107 makale, EURACT Özet Değerlendirme Ölçeği ile değerlendirmeye alınmıştır. Ölçeğin etkinliğinin değerlendirilmesine yönelik olarak öncelikle anketin bağımsız ölçümleri arasındaki tutarlılık araştırılarak anketin geçerliliği ortaya konmaya çalışılmıştır. EURACT tarafından ortaya konulan Makale Özet Değerlendirme Ölçeği kullanılarak 107 makale özeti, konusunda deneyimli olan 4 Aile Hekimliği akademisyeni ve araştırmacının kendisi olmak üzere, toplam 5 hakem tarafından ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme neticesinde ortaya çıkan sonuçlar için Cronbach alfa istatistiksel analizi uygulandı. Ayrıca ilgili soruların makaleleri değerlendirmedeki potansiyel etkinliğini tespit açısından Faktör Analizi yapılmış ve Faktörlerin toplam varyansları hesaplanmıştır. Bulgular: EURACT Özet Değerlendirme Ölçeği’nin dergide yayınlanmış olan makalelerin özet kısımlarını değerlendirmek için geçerli olduğu görülmüş ve bu ölçek ile değerlendirildiğinde 81 makalenin (%75,7) standartlara uygun olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Özellikle birinci basamaktan yapılan ya da aile hekimliği ve birinci basamak ile ilgili yayınları değerlendirilmek üzere gönderilecek makalelerin özet kısımlarının değerlendirilmesi ve standardizasyonu için EURACT Özet Değerlendirme Ölçeği’nin kullanılabileceği düşünülmüştür.
Aim: The aim of our study was to evaluate all articles published at a journal on family medicine with an emphasis given on the abstracts and evaluate the abstract evaluation scale which was prepared by EURACT (The European Academy of Teachers in General Practice and Family Medicine) scientifically from the aspects of validity. Material and Method: One hundred and seven articles published at a journal on family medicine which was chosen with a certain sampling method was evaluated with EURACT Abstract Evaluation Scale. Intended to evaluate the efficiency of the scale, consistency between the independent measurements was searched so that the validity of the scale can be demonstrated. he abstracts of 107 articles was evaluated by 5 arbitrators 4 of whom are academicians and the researcher himself. For the results obtained after the evaluation Cronbach alpha statistical analysis was applied. Also as for the potantiel efficiency of mentioned questions, a factor analysis was performed and total variations of factors was calculated. Results: It was determined that EURACT Abstract Evaluation Scale was valid to evaluate the abstracts of articles published and it was stated that 81(75.7 %) of the abstracts was within standarts when evaluated with this scale. Conclusion: It was thought that in order to evaluate and to standardice the abstracts of articles for the researches performed at primary care and/or about the primary care, EURACT Abstract Evaluation Scale could be used

CASE REPORT
7.A Rare Cause Of Urinary Retantion In Women: Fowler Syndrome
Fırat Akdeniz, Burak Arslan, Halil İbrahim Bozkurt, Tarık Yonguç, Mehmet Levent Hacıhasanoğlu, Hüseyin Tarhan, Süleyman Minareci
doi: 10.5222/terh.2013.92180  Pages 151 - 153 (1535 accesses)
Fowler Sendromu genç kadınlarda üriner retansiyonun bir nedeni olarak 1985 yılında tanımlanmıştır. Bu sendromda problem üretral sfinkter kasında görülen gevşemedeki yetmezliktir ve bu durumu açıklayacak herhangi bir nörolojik bozukluk hastalarda bulunmamaktadır. Bu makalede 36 yaşında, karın ağrısı ve halsizlik yakınmaları ile başvuran, 6 ay önce Fowler Sendromu tanısı alan ve temiz aralıklı kateterizasyon (TAK) yapan olgu sunulmuştur.
Fowler Syndrome is first described in 1985 as a cause of urinary retansion in young women. There is a failure in relaxation of urethral sphincter without any neurological disorder. In this article we present a 36 year old women who admitted with stomach ache and weakness and was diagnosed as Fowler Syndrome 6 months ago and performes clean intermittant selfcatheterisation.

8.May Varicose Veins Be The First Symptom As A Manifestation Of Constrictive Pericarditis? A case report
Gökhan Albayrak, Koray Aykut, Nihat Pekel, Mahir Utku Yıldırım, Mehmet Güzeloğlu, Eyüp Hazan
doi: 10.5222/terh.2013.61326  Pages 155 - 158 (1187 accesses)
54 yaşında erkek hasta, varise bağlı yakınmalarla başvurdu. Venöz yetmezlik etiyolojisi olarak konstriktif pe-rikardit saptandı. Hasta cerrahi yöntemle başarılı bir şekilde tedavi edildi. Konstriktif perikarditli hastaların nadiren de olsa sadece venöz yetmezlik şikayetleri ile başvurabileceği akılda tutulmalıdır.
A 54-year-old man was admitted with complaints due to varicoseveins. Constrictive pericarditis was found as the etiology of venous insufficiency. He was treated successfully with surgery. It should be remembered that patients with constrictive patients may rarely present with venous insufficiency symptoms.

LookUs & Online Makale