E- ISSN: 3023-6215
ANATOLIAN JOURNAL OF GENERAL MEDICAL RESEARCH - Anatol J Med : 27 (3)
Volume: 27  Issue: 3 - 2017
1.Cover

Page I (629 accesses)

2.Contents

Pages II - IV (1111 accesses)

REVIEW
3.Primary Neurotransmitter Metabolism Disorders
Melis Köse, Mahmut Çoker
doi: 10.5222/terh.2017.169  Pages 169 - 178 (4718 accesses)
Nörotransmitter metabolizma kusurları, nörotransmitter sentezi, yıkımı ve taşınımındaki bozukluklardan kaynaklanan her geçen gün daha da genişleyen ve anlaşılan bir kalıtımsal nörometabolik hastalık grubudur. Monoamin nörotransmitter metabolizmasındaki değişiklikler çoğunlukla hipoksik iskemik ensefalopati, serebral palsi, parkinsonizm- distoni sendromları ve paroksismal bozuklukları taklit edebilmekte sonuç olarak yanlış tanı alabilmektedir. Monoamin nörotransmitter bozukluklarının tanısı ayrıntılı klinik değerlendirme, beyin omurilik sıvısı analizleri ve özgül tanısal araştırmalar gerektirmektedir. Uygun tanı ve tedavi için yüksek şüphe indeksi gerektirmektedirler. Bu derlemede, bu alandaki yeni gelişmelerin vurgulanması hedef alınarak nörotransmitter metabolizma bozuklukları ele alınmıştır.
The neurotransmitter metabolism disorders are increasingly recognized as an expanding group of inherited neurometabolic syndromes caused by impairment of neurotransmitter synthesis, breakdown and transport. Disturbances in monoamine neurotransmitter metabolism lead to neurological syndromes that frequently mimic other conditions, such as hypoxic ischemic encephalopathy, cerebral palsy, parkinsonism-dystonia syndromes and paroxysmal disorders. As a consequence, neurotransmitter disorders are frequently misdiagnosed. The diagnosis of monoamine neurotransmitter disorders requires detailed clinical assessment, cerebrospinal fluid neurotransmitter analysis and further supportive diagnostic investigations. A high index of clinical suspicion is important, given the availability of therapeutic strategies. In this review, we highlight recent advances in the field, particularly the recent extensive characterization of known neurotransmitter disorders and identification of novel neurotransmitter disorders.

4.The Physiology of Hunger
Zeynep Altın
doi: 10.5222/terh.2017.179  Pages 179 - 185 (15400 accesses)
Açlık organik, psikolojik ve sosyal nedeni olan ve dünyada geniş kitleleri etkileyen bir durumdur. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı (FAO), devam eden ekonomik ve mali krizin çok daha fazla insanı açlık ve yoksulluğa itebileceği uyarısında bulunulmuştur. Açlığın metabolik ve yapısal olarak birçok sistem üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Komplikasyonların anlaşılması, mortalitenin/morbiditenin değerlendirilmesi ve tedavi protokolünün hazırlanması açısından hastanın açlığın hangi evresinde olduğu bilinmelidir. Tedavide açlığın altta yatan nedeni, saptandığı evresi, ek hastalık varlığı ve bu süreçte alınabilmiş gıda özellikleri belirleyici olmaktadır. Mutlak enerji yoksunluğu ile yetersiz enerji alımında, tedavi ve yaklaşımlar farklı olmaktadır.
Hunger has organic, psychological, social causes and affects wide masses of people all around the world. Food and Agriculture Organization of the United Nations (FAO) warns that carrying on economical crisis can push much more people into the hunger and poverty. It is known that hunger has many effects on different organ systems as a result of which causes metabolic and anatomic disorders. For understanding the complications of hunger, evaluation of its mortality and morbidity and for preparing new treatment protocols, stage of disease should be understood carefully.
Underlying etiology of hunger, its stage, existing comorbidities and attainable food resources can lead hunger treatment. There are a variety of treatment strategies depend on the cause of hunger whether it is because of an absolute lack of energy intake or it is because of inadequate energy intake.

CLINICAL RESEARCH
5.Postpartum fatigue, self-care power of women and related factors
Nagihan Aktaş, Zekiye Karaçam
doi: 10.5222/terh.2017.186  Pages 186 - 196 (2515 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Araştırmanın amacı kadınların doğum sonrası ikinci ayında görülen yorgunluk düzeyi, öz-bakım gücü, yorgunluk ile öz-bakım gücü arasındaki ilişki ve ilişkili faktörleri belirlemekti.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma analitik-kesitsel olarak gelişigüzel örnekleme yöntemi ile belirlenen 313 doğum sonrası kadın ile yapılmıştır. Araştırmanın verileri kadınların tanıtıcı ve bağımsız değişkenlerinin sorgulandığı soru formu, Yorgunluk İçin Görsel Benzerlik Skalası, Öz-bakım Gücü Ölçeği, Edinburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, korelasyon ve çoklu regresyon analizi kullanılmıştır.
BULGULAR: Kadınların yaş ortalaması 25,36±3,67 (aralık: 18-35) idi. Kadınların %57,6’sının ilk ve orta eğitiminde ve %77,3’ünün ev hanımı oldukları ve % 31,0’ının sağlık güvencesinin bulunmadığı bulunmuştur. Kadınların yorgunluk puanı ile öz-bakım gücü (r = -0,183; p<0,001), sosyal destek (r = -0,131; p<0,05) ve enerji (r = -0,318; p<0,001) puanları arasında negatif, yorgunluk puanı ile doğum sonrası depresyon (r = 0,173; p<0,001) puanları arasında pozitif korelasyonun bulunduğu saptandı. Yorgunluk ve enerji semptom puanları ile ilişkili değişkenleri belirlemek için yapılan analiz yorgunluk ile eşin ortaokul eğitiminde olması ve enerji ile algılanan gelir düzeyi arasında pozitif ilişkinin olduğunu göstermiştir. Kadınların öz-bakım gücü ile sosyal güvencenin olmaması, yaşayan çocuk sayısı, yorgunluk, ev işlerinde ve bebek bakımında destek olan birinin bulunmaması arasında negatif ve algılanan sosyal destek, üniversite eğitimine sahip olma, eş yaşı ve anemi varlığı arasında pozitif ilişkinin olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu araştırma doğum sonrası yorgunluğun annenin öz-bakım gücünü olumsuz etkilediği sonucunu ortaya koymuştur. Doğum sonrası bakım hizmetlerinin planlanması ve sunumunda, postpartum yorgunluğun değerlendirilmesi ve kadının yorgunluk semptomu ile baş etme yöntemlerinin geliştirmesi ile anne ve bebek sağlığının korunması ve gelişimine katkı sağlayabilir.
INTRODUCTION: The aim of the study was to determine postpartum fatigue, self-care power, the relationship between self-care power of women and postpartum fatigue in the postpartum second month and related factors.
METHODS: This is a cross-sectional study and included 313 women determined with convenience sampling method in postpartum second month. Research data were collected with a questionnaire including questions about demographics and independent variables tested, Visual Analog Scale for Fatigue, Self- Care Power Scale, Edinburgh Postpartum Depression Scale, and the Multidimensional Perceived Social Support Scale. Data were analyzed using descriptive statistics, correlation and multiple regression analysis.
RESULTS: The mean age of the women included in the study was 25.36 ± years (standard deviation = 3.67, range: 18-35). Of all women, 57.6% were primary school and secondary school graduates, 77.3% were housewives, and 31.0% had health insurance. Negative correlation was between the fatigue scores and self- care power (r = -0.183, p<0.001), the social support (r = -0.131, p<0.05) and the energy (r = -0.318, p<0.001), and positive correlation was between the fatigue score and depression (r = 0.173, p<0.001). Analyses performed to determine factors associated with fatigue and energy symptom scores, revealed a positive relation between fatigue and being a secondary school graduate of husband, and between energy and having high income levels. It was determined a negative relation between the self-care power of women and the lack of social security, the number of living children, fatigue, lack of supportive persons in housework and baby care, and a positive relation between the self-care power of women and perceived social support, having a university education, spouses’ age, anaemia
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study revealed that postpartum fatigue affected negatively the self-care power of women. It could contribute to the protection and improvement of the baby's and mother’s health with the evaluating of postpartum fatigue and improving the coping with fatigue symptoms in the planning and serving of postpartum care serves.

6.Analysis of the Karşıyaka State Hospital Medical Board reports for people with disability in 2014
Gürol Çakır, Ender Şenol, Ahmet Murat Işıl
doi: 10.5222/terh.2017.197  Pages 197 - 202 (1506 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, İzmir Karşıyaka Devlet Hastanesi Sağlık Kurulu’nca 2014 yılı içinde düzenlenen Engelli Sağlık Kurulu Raporları incelenerek bölgemizdeki engelli profilinin belirlenmesine katkıda bulunmak ve bu alanda çalışan resmi ya da özel kişi ve kurumlara, yasa yapıcılara ve uygulayıcılara istatistiksel anlamda ışık tutmak amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, 01.01.2014-30.12.2014 tarihleri arasında Sağlık Kurulu’nca düzenlenen toplam 2166 adet Engelli Sağlık Kurulu Raporunun retrospektif olarak incelenmesiyle yapılmıştır. Olguların yaş, cinsiyet gibi sosyodemografik özellikleri, rapor tarihleri, muayene olup tanı aldıkları bölümler/klinikler, engel oranları, ağır engelli olup olmadıkları, rapor geçerlilik süreleri, engel grupları, rapor kullanım amaçları (rapor istek nedenleri) ayrı ayrı kodlanıp bilgisayar ortamına (SPSS for Windows 17.0 istatistiksel paket programı) aktarılarak analiz edilmiş ve benzer çalışmalarla karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: Olguların %52.4’ ü (1136 kişi) erkek, %47.6’sı (1030 kişi) kadındır. %50 ve üzeri engel oranına sahip 1375 (%63.5) kişi varken, kalan 791 (%36.5) kişi %50’nin altında engel oranına sahiptir. Tüm olguların %15.7’sinin (339 kişi) ağır engelli olduğu tespit edilmiştir. Raporların geçerlilik sürelerine bakıldığında, 1978 kişinin (%91.3) engelli raporlarının sürekli olduğu saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Anayasamızda yer alan “sosyal devlet” ilkesinden hareketle, giderek artan engelli bireylere ihtiyaç duydukları sosyoekonomik destek ve rehabilitasyon hizmetlerini adil ve rasyonel bir şekilde ulaştırabilmek ve gerekli politikaların oluşturulabilmesi amacıyla engelli sayısının ve tiplerinin bilinmesi son derece önemlidir. Bu açıdan bakıldığında, toplam 2166 olgudan oluşan çalışmamızın bulgularını paylaşarak Türkiye istatistiklerine katkıda bulunduğumuzu ve yasa yapıcılara ve uygulayıcılara yol gösterici bulgular sunduğumuzu düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: Aim of this study is to make a contribution to district, state and world statistics and to shed light on to the officials or civil people and institutions, law-makers and coordinators by determining our district’s person with disability profile from the analysis of ‘medical board report for people with disability’ arranged by İzmir Karşıyaka State Hospital in 2014.
METHODS: In this study, 2166 ‘medical board report for people with disability’ between 01.01.2014 and 30.12.2014, were analysed retrospectively. Socio-demographic characteristics (age, sex, etc.), dates of the reports, departments and clinics that made the diagnosis, disability ratios, presence of severe disability, validity periods of the reports, disability groups, purposes to take the report (reasons to request the report) were coded by one by, transferred to computer (SPSS for Windows 17.0 packed program was used for statistical analysis) for analysis and compared with similar studies.
RESULTS: 52.4% (n=1136) of our cases were male and 47.6% (n=1030) were female. 1375 (63.5%) cases had a disability ratio above 50% and more. Remaining 791 (36.5%) cases had a disability ratio below 50%. 15.7% (339) of the cases had severe disability. It was found that 91.3% of the reports were permanent.
DISCUSSION AND CONCLUSION: From the point of 'social state' principle of our constitution, to manage the needs for socio-economic support and rehabilitation services of steadily increasing number of people with disability, it is important to know people with disability population and disability types. We think, by sharing the findings of 2166 cases, we may make a contribution to district and state statistics and can manage guiding information to law-makers and coordinators.


7.Imaging features of pancreatic mass lesions with histopathological correlation: A retrospective analysis
Roukie Chousein, Türker Acar, Zehra Hilal Adıbelli
doi: 10.5222/terh.2017.203  Pages 203 - 210 (7009 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Pankreas kanseri kansere bağlı ölümlerin 4. en sık sebebidir. Pankreas adenokarsinomu (%85-95) ile kistik tümörleri (%10) klinik pratikte sık rastlanılan pankreatik neoplazi grubundandır. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) günümüzde sıklıkla istenilen güvenilir preoperatif hasta değerlendirilmesinde metodudur. Bu çalışmada amacımız pankreas adenokarsinom (aka) ve kistik tümörlü olguların MRG bulgularını, radyolojik kanı ile patolojik korelasyonu değerlendirmek ve ayrıca bu iki tanıyı alan gruplar arasında demografik karşılaştırmayı yapmaktır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Ağustos 2010- Aralık 2015 tarihleri arasında başvuran 45 olgunun preoperatif MRG ve histopatoloji verileri retrospektif olarak elde olunmuştur. Hastalar aka (32 olgu) ve kistik neoplazi (13 olgu) olmak üzere iki gruba ayrılmıştır.

BULGULAR: Aka olguları kistik neoplaziye kıyasla anlamlı olarak daha ileri yaştaydı (p<0.001). Aka grubundakilerin %54.8’inde düzensiz sınır gözlemlenirken kistik tümörlerin çoğunda (%69.2) lobüle sınır gözlendi. Histopatolojik sonuç ile kitlesel lezyonun konturu arasında anlamlı ilişki saptandı (p=0.009). Aka grubunda kitlenin T1A sinyali çoğu olguda (%64.3) hipointens izlenirken kistik tümörlerinde ise olguların tamamı hipointens karakterdeydi. Histopatolojik sonuç ile kitlesel lezyonun T1A sinyal intensitesi arasında anlamlı ilişki saptandı (p=0.038). Histopatolojik bulgular ile cinsiyet, tümörün yeri, boyutu-iç yapısı, pankreatik kanal-safra yolu dilatasyonu, vasküler invazyon, bölgesel lenf nodu ve uzak organ metastazı arasında anlamlı ilişki saptanmadı.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda MRG ile yapılan incelemelerde pankreasın adenokarsinom grubu ile pankreasın kistik tümörlerinin yaş ortalamaları, kitlenin sınırı ve kitlenin T1AG sinyal intensitesi arasında istatistiksel anlamlı farklılık saptandı. Ancak, bu iki grupta diğer MRG bulguları ve diğer demografik açılardan anlamlı fark saptanamadı.
Histopatolojik tanı ile radyolojik bulgular arasında orta düzeyli ancak anlamlı uyum saptandı (Kappa=0.643, p<0.001).

INTRODUCTION: Pancreatic cancer is the fourth most common cause of cancer-related deaths. Pancreatic adenocarcinoma (85-95%) and cystic tumors (10%) are a common group of pancreatic neoplasms in clinical practice. Magnetic resonance imaging (MRI) is currently the reliable method of choice for preoperative evaluation of these patients. In this study, we aimed to evaluate MRI features, MRI-pathologic correlations of pancreatic adenocarcinoma (aca) and cystic tumors, and also to make a demographic comparison between these two groups.

METHODS: Preoperative MRI and histopathology data of 45 patients, admitted between August 2010 and December 2015, were obtained retrospectively. Patients were divided into two groups: aca (32 cases) and cystic neoplasia (13 cases).

RESULTS: Aca group was significantly older than cystic neoplasia (p <0.001). An irregular tumor border was observed in 54.8% of the patients in the aka group, whereas the majority (69.2%) of the cystic tumors were found to be lobulated. There was a significant correlation between the histopathological result and the contour of the mass lesion (p = 0.009). T1W signal in the most cases (64.3%) of aca group was low, whereas all of the cases in cystic tumor were hypointense. There was a significant correlation between histopathologic result and T1W signal intensity (p=0.038). However, there were no significant relationship between histopathological findings and gender, tumor location, size-internal structure, pancreatic duct-biliary dilatation, vascular invasion, regional lymph node and distant organ metastasis.

DISCUSSION AND CONCLUSION: In the current study, there was a significant difference for mean age, tumor contour and T1W signal intensity between pancreatic adenocarcinoma group and pancreatic cystic tumors. However, there was no significant difference between these two groups in terms of other MRI findings and other demographic features.
There was a moderate but significant agreement between histopathologic diagnosis and radiological findings (Kappa = 0.643, p <0.001).



8.Assessment of the Problematic Internet Use of University Students and Their Opinions about Its Effects on Their Health
Emine Ela Küçük
doi: 10.5222/terh.2017.211  Pages 211 - 216 (1145 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada üniversite öğrencilerinde problemli internet kullanımı ve sağlıklarına olan etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma; Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde öğrenim gören öğrencilere uygulanmıştır. Veriler sosyo-demografik özellikler, internet kullanımı ve sağlığa etkileri ile ilgili sorulardan oluşan anket formu ve genelleştirilmiş problemli internet kullanım ölçeği 2 (GPİKÖ 2) ile elde edilmiştir.
BULGULAR: Öğrencilerin GPİKÖ 2 puan ortalaması 50,6±19,6 olarak belirlenmiştir. Günde 2 saat ve üzerinde internet kullananların toplam GPİKÖ 2 puanı, öz denetim yoksunluğu puanı (P<0.001), duygu durumu düzenleme puanı (P<0.05) ve olumsuz sonuçlar puanı (P<0.05) anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Öğrenciler internet kullanımının en çok göz problemleri yaşamalarına neden olduğunu ve psikolojik olarak da olumsuz etkilerinin olduğunu belirtmişlerdir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İnternetin yaşamın kaçınılmaz bir parçası olduğu günümüzde sağlık üzerine olan etkileri ve bilinçli internet kullanımı ile ilgili çalışmalar yararlı olacaktır.
INTRODUCTION: The aim of this study is to assess the problematic internet use among university students and its effects on their health.
METHODS: The study is applied to students who get their university education at the Faculty of Health Sciences. The data is collected using a questionnaire which includes questions on socio-demographic characteristics, internet use, and its effects on health, together with the generalized problematic internet use scale 2 (GPIUS 2).
RESULTS: The GPIUS 2 average of the students is found to be 50.6±19.6. For those students who use the internet daily for 2 hours or more; the total GPIUS 2 score, deficient self-regulation score (P<0.001), mood regulation score (P<0.05) and negative outcomes score (P<0.05) are significantly higher. The students have indicated that they mostly suffer from problems related to the eyes and in the psychological sense they are affected negatively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Since nowadays internet is an indispensable part of our daily lives, it will be useful to conduct studies about its effects on health and about the conscious use of the internet.

9.Long-Term outcome of multicystic dysplastic kidneys: A single center experience.
Fulya Kamit Can, Serdar Sarıtaş, Caner Alparslan, Önder Yavaşcan
doi: 10.5222/terh.2017.217  Pages 217 - 221 (1220 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Multikistik displastik böbrek (MKDB), böbreğin en sık görülen gelişimsel anomalilerinden birisidir. Yaklaşık olarak 4300 canlı doğumda bir görülmektedir. Çalışmamızın amacı, MKDB’li çocukların takip prosedürünün mevcut sonuçlarımızı literatür ile karşılaştırılması yoluyla gözden geçirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Antenatal tanılı MKDB’li 36 çocuk hastanın izlem sonuçları değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların % 94.4'ünde karşı taraf böbrekte kompanzatris hipertrofi görüldü. Tam involüsyon süresi ortalama 22.97 ± 32.63 ay idi. İkisi ilaç tedavisine dirençli hipertansiyon ve 2’si ebeveyn endişesi nedeniyle olmak üzere 4 hastaya nefrektomi yapıldı. Vezikoüreteral reflü (VUR) en sık görülen anomali olarak saptandı. Beş (%13.8) hastada VUR saptandı. Saptanan VUR tüm olgularda düşük dereceliydi ve DMSA’da skar saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonuçlarına göre MKDB genellikle iyi huylu bir hastalıktır. Ultrasonografi hastaların izleminde tercih edilebilecek girişimsel olmayan ve maliyet etkin bir yöntemdir. Ultrasonografi bulguları renal parenkimal defekt ve şüpheli VUR bulguları göstermedikçe rutin VCUG yapılması gerekmeyebilir.
INTRODUCTION: Multicystic dysplastic kidney (MCDK) is one of the most common developmental anomalies of the kidney and it has an incidence of approximately 1 in 4300 live births. The goal of our study was to review our follow-up procedure of children with MCDK through this study via comparison of outcomes with the literature.
METHODS: Outcomes of 36 pediatric patients with antenatally detected unilateral MCDK were assessed.
RESULTS: The compensatory renal hypertrophy of the contralateral kidney was seen in 94.4% of patients and mean complete involution time was 22.97±32.63 months. Four patients underwent nephrectomy because of hypertension resistant to medication in 2 patients and parental concern in 2 patients. Vesicoureteral reflux(VUR) was the most frequent anomaly detected in 5 (13.8%) patients. VUR were low grade in all patients and any scar was not detected on DMSA.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The results of our study showed that MCDK is a usually benign disease. Ultrasound is a noninvasive and cost effective method of choice in follow–up. A VCUG may not be routinely required in MCDK patients unless the renal US reveals suggestive of VUR or renal parenchymal defects.

10.Planned and Unplanned Home Birth
Nur Gözde Kulhan, Mehmet Kulhan, Ümit Arslan Naykı, Cenk Naykı, Paşa Uluğ, Hülya Toklucu
doi: 10.5222/terh.2017.222  Pages 222 - 228 (3116 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Evde doğum yapan gebelerin gebelik sonuçlarını ve komplikasyonlarının analizini yapmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde 2010-2015 yılları arasında başvuran evde doğum yapan gebelerin prenatal muayene ve doğum sonrası dosyaları retrospektif incelendi.
BULGULAR: Toplam 76 hariçte doğum yapan hasta erken postpartum dönemde başvurmuştur. Evde doğum yapan hastaların yaş ortalaması 30.07 ± 5.50 SD, kontrol grubunda ise 29.88 ± 5.50 SD olarak bulunmuştur. Evde doğum yapan hastaların büyük çoğunluğu multiparlardan oluşmaktaydı. Parite dağılımı evde doğum yapan hastalarda ortalam 2 ± 1.08 SD olarak bulundu. Evde doğum yapan 76 hastanın 40’ının ( %52.63) evde doğum yapmayı daha önceden planladıkları öğrenildi fakat evde doğum yapan hastaların hiçbirinde Dünya Sağlık Örgütü’nün evde doğum için önerdiği koşulların tam olarak sağlanmadığı saptandı. Hastaların obstetrik sonuçları incelendiğinde; evde doğum yapan hastaların büyük çoğunluğunun 37 haftadan büyük gebeliğe sahip olduğu ve tamamının baş prezentasyonda olduğu görüldü. Evde doğum yapan hastaların hiçbirinde epizyotomi açılmamış olup hastaların %57.89’unda 1-2. derece perine laserasyonları oluşmuştur. Bu oranlar kontrol grubunda sırasıyla % 59.79 ve % 40.20’dur. Neonatal sonuçlar açısından gruplar arasında bir fark saptanmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Obstetrik ve neonatal sonuçlar açısından gruplar arasında bir fark izlenmemekle birlikte ülkemiz koşullarında Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği asgari koşulların sağlanmasının henüz mümkün olmadığı gerekçesiyle Evde planlı veya plansız doğumu önermemekteyiz.
INTRODUCTION: We aimed to analyze the results and complications of pregnancy of pregnant women who gave birth at home
METHODS: : In 2010 and 2015, among patients who applied to our clinic, results regarding 76 pregnant who gave birth at home and the 97 pregnant women who gave birth at hospital were retrospectively evaluated.
RESULTS: 76 patients who gave birth at home were admitted in the early postpartum period, The mean age of patients who delivered at home was 30.07 ± SD 5: 50; besides it was 29.88 ± 5: 50 SD in the control group. The majority of patients who delivered at home consisted of multipars. Parity distribution was 2 ± 1.08 SD at home giving birth patients. It was learned that 40 of 76 patients (52.63%) who gave birth at home planned to give birth at home previously. But None of the patients who gave birth at home did not have the conditions the World Health Organization recommended for home delivery. When the results are analyzed for obstetric parameters it was observed that majority of patients who delivered at home had a great 37 weeks of pregnancy and had the cephalic presentation. Episiotomy is not applied in any of the patients who delivered at home but 1. and 2. degree perineal lacerations occurred in 57.89% of patients. These ratios were 59.79% and 40.20% respectively for the control group. There was no difference in neonatal outcomes in both groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although there was no difference between the groups in terms of neonatal and obstetric outcomes we do not recommend planned or unplanned home birth because of the conditions of our country is not yet possible to provide the minimum requirements by the World Health Organization recommends.

11.Incidental Gallbladder Carcinoma and Precancerous Lesions In Laparoscopic Cholecystectomy Specimens
Elif Usturalı Keskin, Emel Ebru Pala, Ebru Çakır, Ülkü Küçük, Ümit Bayol
doi: 10.5222/terh.2017.229  Pages 229 - 235 (2091 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Laparoskopik kolesistektomi olan hastalarda safra kesesinin insidental karsinom, displazi ve adenom sıklığını saptamayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 5063 kolesistektomi materyaline ait patoloji raporunu inceledik ve displazi, adenom, safra kesesi karsinomu tanısı olanlara ait Hematoksilen Eozin boyalı kesitleri gözden geçirdik.
BULGULAR: İnsidental safra kesesi karsinomu 6 olguda saptanmıştır ve bunların 5’ine displazi eşlik etmektedir. Tek başına displazi 13 olguda, adenom 2 olguda izlenmiştir. Kadın-erkek oranları displazi olguları için 12: 1, karsinom için 4: 2 dir. Ortalama yaş safra kesesi karsinomu olguları için 65.6, displazi/adenom olguları için 56.8 dir. Biliyer intraepitelial neoplazi (BillN3) 4 karsinom olgusuna ve BillN2 1 karsinom olgusuna eşlik etmektedir. İntestinal metaplazi 3 karsinom olgusunda saptandı. İnvaziv karsinom olmaksızın tek başına BillN3 4 olguda, BillN2 3 olguda, BillN1 6 olguda izlenmiştir. İntestinal metaplazi 2 BillN olgusunda, intestinal+pilorik metaplazi 1 olguda ve pilorik metaplazi 1 olguda saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: İnsidental safra kesesi karsinomu %0.11 olarak bulundu. Safra kesesi taşları ve ileri yaş karsinom için risk faktörleri olarak izlendi. İnsidental safra kesesi karsinomu, BillN ve metaplastik değişiklikler varlığında beklenebilir. İnsidental safra kesesi karsinomu ve preinvaziv lezyonların tanısında histopatolojik inceleme hala önem taşımaktadır. BillN3 tipik olarak invaziv karsinomla ilişkili olduğundan, ilk histolojik kesitlerde karsinom olmadığında, patolog tarafından eksize edilen organın ayrıntılı ve tam bir incelenmesi yapılmalıdır.
INTRODUCTION: The purpose of our study was to find out the frequency of incidental carcinomas, dysplasias and adenomas of the gallbladder in patients who underwent laparoscopic cholecystectomy.
METHODS: We reviewed pathology records of 5063 cholecystectomy specimens Hematoxylin eosin stained sections of patients having dysplasia, adenoma, gallbladder carcinoma (GC) were reviewed.
RESULTS: Incidental GC was detected in 6 cases of which 5 exhibited accompanying dysplasia. Pure dysplasia was detected in 13, adenoma was detected in 2 cases. The female-male ratio for dysplasia cases was 12: 1, carcinoma cases was 4: 2. Mean age of GC cases was 65.6,
dysplasia/adenoma cases was 56,8. Biliary intraepithelial neoplasia (BillN3) accompanied to 4 carcinoma cases and BillN2 ccompanied 1 case. Intestinal metaplasia was noted in 3 carcinoma cases. Pure BillN3, without invasive carcinoma was seen in 4 cases, BillN2 in 3
cases, BillN1 in 6 cases. Intestinal metaplasia was noted in 2 BillN cases, intestinal+pyloric metaplasia in 1 case and pyloric metaplasia in 1 case.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Incidental GC was found 0,11%. Gallbladder stones and advance age seem to be the risk factors for GC. Incidental GC may be predicted on the presence of BillN and metaplastic changes of the gallbladder. Histopathological evaluation is still important for the
diagnosis of incidental gallbladder carcinoma and preinvasive lesions. While BillN3 is typically present in association with invasive carcinoma, a thorough and complete evaluation of the excised organ should be performed by the pathologist when carcinoma is not evident on initial histologic sections.

12.The anatomical variations of the sinonasal region and its relationship with sinus diseases
Tuğçe Birkin, Türker Acar, Özgür Esen
doi: 10.5222/terh.2017.236  Pages 236 - 242 (7403 accesses)
GİRİŞ ve AMAÇ: Bilgisayarlı tomografi (BT) paranazal sinüslerin anatomisi ve patolojisini en yüksek düzeyde gösteren inceleme yöntemidir. Bu çalışmada biz anatomik varyasyonların görülme sıklığının belirlenmesi ve paranasal sinüs mukozal patolojileri ile ilişkisinin değerlendirilmesini amaçladık.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Sağlık Bilimleri Üniversitesi İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Kliniğinde Ocak 2012 ve Ocak 2016 tarihleri arasında paranasal sinüs BT'si çekilen toplam 250 hastanın görüntüleri retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmadaki olguların tümü anatomik varyasyonlar açısından değerlendirildiğinde; en sık görülen anatomik varyasyon 193 (%77.2) olgu ile septum deviasyonudur. Bunu sırasıyla 142 (%56.8) konka bulloza, 98 (%39.2) paradoks orta konka takip ederken en az görülen anatomik varyasyon 7 (%2.8) posterior klinoid proces varyasyonu olmuştur. Mukozal patolojilerin en sık maksiller sinüste görüldüğü ve bunlardan da en sık mukozal kalınlık artışının (%54.8) n=137 tespit edilmiştir. Mukozal patolojisi olan olgularla anatomik varyasyonlar açısından karşılaştırılmasında septum deviasyonu orta konka pnömotizasyonu ve paradoks konumlanmasının mukozal patolojilere ise en çok yol açan varyasyonlar olduğu görülmüştür.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Paranazal sinüslerde görülen anatomik varyasyonların prevelansı hakkında literatürde kesin sonuçlar bulunmamaktadır. Bu retrospektif çalışmada elde edilen sonuçlardaki farklılıkların genetik, cinsiyet ve ırksal farklılıkların farklılıklardan ve yanı sıra metodolojik farklılıktan ( bazı olgularda sadece koronal BT imajarı kullanılırken, bazılarında ek olarak aksiyel ve koronal imajlar da kullanılmıştır) kaynaklandığı kanısındayız. Vaka sayısının geniş tutulması, BT değerlendirmelerinin koronal-aksiyal kesitlerden yapılması ve endoskopik değerlendirme ile desteklenmesi durumunda paranasal sinus varyasyonları prevalansına hakkında gelecekte daha duyarlı sonuçlar alınabileceği kanısındayız.

INTRODUCTION: Computerized tomography (CT) is a diagnostic method that shows the anatomy and pathology of the paranasal sinuses at the highest level. We aimed to determine the frequency of anatomical variations and relationship with the mucosal pathologies.

METHODS: CT examinations of 250 patients who were admitted to radiology department of Sağlık Bilimleri University Izmir Bozyaka Education and Research hospital between January 2012 and January 2016 dates were analysed retrospectively.

RESULTS: Mostly commonly seen anatomical variation was the septum deviation in 193 (77.2%) patients. This was followed by concha bullosa in 142 (56.8%) and paradoxical concha in 98 (39.2%), while the least common anatomic variation was posterior clinoid process in 7 (2.8%) patients. The most common mucosal pathology was 137 (54.8%) mucosal thickening seen in maxillary sinus. Septum deviation, concha bullosa, paradoxical middle turbinate were the most common variations that may cause mucosal pathologies.

DISCUSSION AND CONCLUSION: There are not definite results in the literature related with the anatomical variations in the paranasal sinus. We believe that the differences in the results of this retrospective study is a consequence of genetic, gender and racial differences as well as methodological difference (while in some of cases only coronal CTs were used, an additional axial and sagittal images were used in some of the subjects). We believe that more sensitive results may be obtained about the prevalence of paranasal sinus variability in the future provided that series widened with larger number of subjects, CT scans evaluated from coronal-axial sections and studies supported with endoscopic evaluation.

LETTER TO THE EDITOR
13.Intestinal tuberculosis can be easily misdiagnosed as Crohn's Disease
Pınar Öksüz, Melek Ünçel, Hazal Albayrak, Özhan Çetindağ, Özge Kaya, Alp Özgüzer, Ayşe Gülden Diniz
doi: 10.5222/terh.2017.243  Pages 243 - 245 (722 accesses)
Abstract |Full Text PDF

CASE REPORT
14.Two transisional cell bladder carcinoma cases seen in our clinic under eighteen years
Batuhan Ergani, Mustafa Karabıçak, Anna Carina Ergani, Ülkü Küçük, Gökhan Koç, Zafer Kozacıoğlu, Yusuf Özlem İlbey
doi: 10.5222/terh.2017.246  Pages 246 - 250 (2943 accesses)
Transizyonel hücreli mesane kanserleri 40 yaş altında nadir olarak görülen ve ileri yaş hastalığı olarak bilinen kanserlerdir. Hastaların çoğu ağrısız makroskopik hematüri ile başvururlar ancak asemptomatik olup insidental olarak da tanı alabilirler. Kliniğimizde son 6 ay içinde mesane kanseri tanısı konan 18 yaşın altındaki 2 olgumuzdan ilki; on yedi yaşında bayan hasta olup son bir hafta içinde başlayan idrarda kanama şikayeti mevcuttu. Olgunun tam idrar tetkikinde bol eritrosit mevcuttu ve üriner ultrasonografisinde ( USG ); mesane posterior sağında yaklaşık 26x13 mm boyutunda vasküler solid lezyon izlenmekteydi. Hastaya transüretral rezeksiyon-mesane tümörü ( TUR-MT ) yapıldı ve histopatolojik inceleme sonucu düşük dereceli noninvazif papiller ürotelyal karsinom geldi. Hastaya haftada bir olmak üzere 8 hafta süre ile intrakaviter epirubisin tedavisi verildi. İntrakaviter epirubisin tedavisi sonrası yapılan ilk kontrol sistoskopisinde yeni tümör saptanmadı ve belli aralıklarla yapılacak olan kontrol sistoskopileri ile takip altına alındı. Diğer olgumuz on altı yaşında bayan hasta olup son bir aydır olan ve aralıklı devam eden idrarda yanma ve kanama şikayeti nedeni ile hastanemiz çocuk cerrahi kliniğine başvurmuş. Hastaya yapılan üriner USG’de; mesane posterior sağ parasagittal yerleşimli 6.5x13 mm boyutlu akustik gölge vermeyen düzgün sınırlı hipoekoik lezyon izlenmesi üzerine basket polipektomi yapılmış. Alınan materyalin histopatolojik inceleme sonucu düşük dereceli noninvazif papiller ürotelyal karsinom gelmesi üzerine hasta tarafımıza refere edildi. Kontrol amaçlı çekilen üriner USG’de; mesane sağ posterior lateralde 8 mm çaplı polipoid görünüm izlenmekteydi. Hastaya TUR-MT yapıldı ve histopatolojik inceleme sonucu düşük dereceli noninvazif papiller ürotelyal karsinom geldi. Bu sonuçla hasta düşük risk mesane kanseri kabul edilerek belli aralıklarla yapılacak olan kontrol sistoskopileri ile takip altına alınmasına karar verildi. Çalışmamızda on sekiz yaşın altında tanı konan iki mesane kanseri olgusu güncel literatür eşliğinde incelendi.
Transitional cell carcinoma of the bladder is a rare cancers under 40 years and those are known as advanced age diseases.Most patients present with painless macroscopic hematuria.In our clinic two cases have been diagnosed with bladder cancer in the last 6 months at first; a female patient at seventeen years old complained of bleeding in urine that started within last week.The patient had abundant erythrocytes in her urine examination and at urinary ultrasonography (US); a 26x13 mm vascular solid lesion was observed to the right of the posterior of bladder.Transurethral resection of bladder tumor (TUR-BT) was performed on the patient and histopathologic examination revealed low grade noninvasive papillary urothelial carcinoma (PUC).Intracavitary epirubicin treatment was given to the patient once weekly for 8 weeks.No new tumor was detected in first control cystoscopy after intracavitary epirubicin treatment and she was followed up with control cystoscopies to be performed at regular intervals.Our other case was a 16-year-old female patient who was admitted to our pediatric surgery clinic for burning and bleeding in her urine within last one month.In the patient's urinary US; a well defined 6.5x13 mm sized without acoustic shadowing hypoechoic lesion posterior right parasagittal situated in bladder so patient was performed basket polypectomy. histopathologic examination of the received material revealed low grade noninvasive PUC; then patient was referred to us.For control purposes patient was taken urinary US that 8 mm diameter polypoid appearance was observed in the right posterior of bladder.The patient was done TUR-BT and histopathologic examination revealed low grade noninvasive PUC.With this result, the patient was admitted to low-risk bladder cancer and she was decided to be followed up with control cystoscopies to be performed at regular intervals.In our study two cases of bladder cancer diagnosed under 18 years of age were reviewed in the light of current literature.

15.Mucolipidosis type II in a low birth weight preterm infant. A case report
Melis Bilen, Pınar Arıcan, Dilek Çavuşoğlu, Pınar Gençpınar, Bumin Nuri Dündar, Nihal Olgaç Dündar
doi: 10.5222/terh.2017.251  Pages 251 - 254 (1050 accesses)
Mukolipidozis tip II ve tip III, N-asetilglukozamin-1-fosfotransferaz enzim eksikliğinin sebep olduğu otozomal resesif geçişli lizozomal depo hastalığıdır. Bu vaka bildiriminde, kronik bronkopulmoner hastalığı, işitme kaybı, sekundum atriyal septal defekti, santral hipotiroidisi ve belirgin gelişme geriliği olan preterm doğan bir infant sunulmuştur. Gelişim geriliği nedeni ile metabolik hastalıklar açısından değerlendirildi ve mukolipidozis tip II tanısı aldı. Mukolipidozis tip II çok nadir görülen bir metabolik hastalıktır. Mukopolisakkaridoz tip I ile semptomları çok benzer fakat mukolipidozis tip II erken başlangıçlıdır ve mukopolisakkaridüri saptanmaz. Mukopolisakkaridoz tip I ile benzer semptomları olan yaşı daha küçük hastalarda mukolipidozis tip II tanısı aklımıza gelmelidir.
Mucolipidosis type II and III are autosomal recessive lysosomal storage disorders caused by the deficiency of the enzyme N-acetylglucosamine-1-phosphotransferase. In this case report we present a preterm born infant with significant developmental delay, secundum atrial septal defect, central hypothyroidism, inguinal hernia, hearing loss and chronic bronchopulmonery disease. She was evaluated for metabolic disorders because of her phsycomotor retardation and diagnosed mucolipidosis type II. Mucolipidosis type II is a very rare metabolic disorder. The presenting symptoms are very much like mucopolisaccaridosis type I but it has an early onset and there is no mucopolysaccariduria. So we should think of mucolipidosis type II in a patient with symptoms like mucopolisaccaridosis type I when the age is younger.

LookUs & Online Makale