E- ISSN: 3023-6215
ANATOLIAN JOURNAL OF GENERAL MEDICAL RESEARCH - Anatol J Med : 3 (1)
Volume: 3  Issue: 1 - 1993
CLINICAL RESEARCH
1.The Hemoglobinopathy Problem in Turkey
Çiğdem Altay
doi: 10.5222/terh.1993.55450  Pages 1 - 8 (1261 accesses)
ß-Talasemi Major (ß-TM), orak hücreli anemi ve HbH hastalığı Türkiye'de problem oluşturan üç önemli hemoglobinopati gurubudur. ß-Talasemili olgularda DNA düzeyinde yapılan moleküler çalışmalarda en sık görülen mutasyonların IVS 1-110 (%39.9)/ IVS 1-6 (%13.8), IVS II-I(%12.1), FSC8 %(5.9) olduğu saptanmıştır. Ülkemizde 30 kadar değişik mutasyon tanımlanmıştır ve bu mutasyonlar ülke çapında belli bir coğrafik dağılım göstermemektedir. Farklı bazı mutasyonlar ve bu mutasyonların farklı kombinasyonları ß-Talasemi Intermedyaya yol açmaktadır. Ülkemizde HbH hastalığına neden olan en sık moleküler defektin 20.5 kb lık delesyonun nondelesyonel veya 3.7 kb lık delesyonla birlikteliği olduğu saptanmıştır. Orak hücreli anemili hastalarımızda yapılan moleküler çalışmalarda hastalarımızın çoğunda ağır Afrika tipi Orak hücreli anemi olduğu görülmüştür. Bu hastalıklarda kemik iliği transplantasyonu uygulamaları ümit vericidir. Hidroksiüre, azasitidin, eritropoetin ve arginin bütirat gibi ilaçlar bazı hastalarda HbF düzeyini artırarak yarar sağlamaktadır. Hemoglobinopatilerin eradikasyonunda prenatal tanı uygulanması önemli yer tutmaktadır. DNA teknolojileri kullanılarak prenatal tanı uygulaması ülkemizde birkaç merkezde yapılmaktadır.
There are mainly 3 types of hemoglobinopathies that create a health problem in Turkey. These are ß-Thalassemia Major, sickle cell anemia and HbH disease. Molecular studies at DNA level indicated that frequent ß-thalassemia mutations are as follows: IVS 1-110 (%39.9)-IVS 1-6 (%13,8), IVS II-l (%12,1) and FSC 8 (%5,9). More than 30 different mutations are found to be associated with fi-thalassemia. Distribution of these mutations show no geographic pattern. Several different mutations and combination of some of the mutations were found to be in ß-thalassemia Intermedia. The most common combinations in HbH disease are 20.5 kb deletion and nondeletional (3.7 kb) type. Sickle cell anemia is common in southern part of Turkey. Molecular studies indicate that the majority of our patients have severe African type of HbS disease. Bone mar- row transplantation seems to cure these diseases. Hydroxyurea, Azacytidine, erythropoietin and argynine butyrate were shown to increase HbF level in some of the patients. Eradication of these disease can only be accomplished by prenatal diagnosis using DNA Technology. Prenatal diagnosis has been made in several centers in Turkey.

2.Growth Hormone Therapy For Various Short Stature
Işın Yaprak, Figen Koloğlu, Şule Can, Ebru Özerkan, Nejat Aksu
doi: 10.5222/terh.1993.85594  Pages 9 - 20 (1274 accesses)
Rekombinan DNA teknolojisi ile biyosentetik insan hipofizer büyüme hormonunun elde edilebilmesi, pediatrik endokrinolojide bir çığır açmıştır. Büyüme hormonu (BH) artık 40 yıl önce olduğu gibi, yalnız, idiopatik veya organik nedenli eksikliğinde değil, normal, düşük veya yüksek düzeylerde olduğu ancak çeşitli nedenlerle kısa boyla sonuçlanan durumlarda da kullanılabilecektir. 1985 yılından beri, rekombinan büyüme hormonu (rBH) endokrin ve non-endokrin kökenli pekçok boy kısalığında, ülkeler düzeyinde, geniş çaplı çalışmalara konu olmuştur. Çalışmaların yoğunlaştığı konular konstitusyonel büyüme ve gelişme geriliği, kromozomal hastalıklardan Turner sendromu ve kronik hastalıkların seyri sırasında gelişen boy kısalığı nedenlerinden kronik böbrek yetmezliği'dir. Yapılan çalışmalarda, rBH ile elde edilen olumlu sonuçlara karşın, henüz elimizde uzun vadeli sonuçlar yoktur. Ayrıca çok pahalı bir tedavi yöntemi olduğu da unutulmamalıdır. Sonuç olarak rBH tedavisi için hastalar titizlikle seçilmeli, kısa boy nedeni kanıtlanmah, laboratuvar testleri doğru olarak yapılmalı ve yorumlanmalı, kimlerin nasıl tedavi edileceği iyi bilinmelidir. Halen kesin veriler elde edilinceye kadar büyüme hormonu eksikliği, rBH tedavisinde endikasyon olmalıdır.
The advent of recombinant DNA technology has opened a new frontier in the treatment of growth disorders in pediatric endocrinology. Sufficient quantities of growth hormone (GH) are now available, not only for the long-term treatment of GH-deficient children but potentially for the treatment of non-GH-deficient patients with other disorders of short stature. This article reviews recent developments in the use of growth hormone for non-classic indications of GH therapy. Short-term studies have demonstrated an improvement in the growth rates of subjects with isolated short stature, Turner syndrome and chronic renal failure. However, the long-term efficacy and possible adverse effects of GH treatment is not yet known. Until more experience accumulates, GH-deficiency should remain the primary indication for growth hormone treatment.

3.An Up To Date Look At The Cushıng's Syndrome
Neşet Köksal
doi: 10.5222/terh.1993.93727  Pages 21 - 29 (2230 accesses)
Cushig hastalığı olarak bilinen ACTH'a (Adrenokortikotropik hormon) bağlı bilateral adronokortikal hiperplazi, Cushing sendromlu olguların % 60 - 70'ini oluşturur. Olguların % 30 -40'ında ise Cushing sendromu, ACTH'dan bağımsız olarak ya ektopik ACTH üretimi yada bir adrenokortikal adenom veya karsinom nedeniyle oluşur. ACTH'dan bağımsız Cushing sendromunun bir diğer nedeni ise, komşu andrenokortikal sahalarda atrofinin olduğu primer adrenokortikal nodüler displazidir. Cushing sendromunun tedavisi etyopatogeneze dayanır ve üç yaklaşım sözkonusudur. Bunlar hipofizer veya adrenal bezin cerrahisi, hipofiz radyasyonu ve ilaç tedavisidir. Cushing hastalığında, varsa hipofizer adenomun transsfenoidal yoldan çıkarılması en iyi tedavi yöntemidir. Cushing tedavisinde önceleri en sık uygulanan bir yaklaşım olan adrenalektomi, adrenokortikal nodüler displazi ve adrenal adenomlar dışında artık uygulanmamaktadır.
ACTH (Adrenocorticotropic hormone) - dependent bilateral adrenocortical hyperplasia, known as Cushing's disease, accounts for 60-70% of the cases of Cushing's syndrome. In about 30 - 40% of patients, manifestations of Cushing's syndrome occur independently of pituitary ACTH due to either ectopic ACTH production or an adrenecortiacal nodüler dysplasia, in which adjacent areas of the adrenal cortex are atrophic. Treatment of Cushing's syndrome is based on the etiopathogenesis. There are three approaches: Surgery of pituitary or adrenal gland, irradiation of pituitary and medical treatment. Cushing's disease is best treated by transsphenoidal removal of the pituitary adenoma. Adrenalectomy, once the most accepted approach, plays a secondaıy role and is indicated primarily in adrenocortical nodular dysplasia and adrenal adenoma.

4.Aids Associated Myopathy
Serdar Kesken, Yaşar Zorlu
doi: 10.5222/terh.1993.60562  Pages 30 - 32 (955 accesses)
HIV enfeksiyonunun her döneminde miyopati ortaya çıkabilir. AİDS olgularında en sık görülen miyopati tablosu, polimiyozitdir. Hastalık proksimal kaslarda simetrik progresif kas güçsüzlüğü ile karakterizedir. Patogenezi henüz tam olarak kesinleşmemiştir.
Myopathies can appear at all stages of HIV infection. Polymyositis is the most frequently seen myopathic condition in patients with AIDS. This progressive disorder with symmetrical, proximal muscle weakness has been described in AIDS patients. The pathogenesis is not known sufficiently.

5.Treatment of Experimental Portal Vein Thrombosis With Streptokinase
Tarık Çağa, Firdevs Gürer, Orhan Yurtsever, Bekir Yaşar
doi: 10.5222/terh.1993.22534  Pages 33 - 36 (799 accesses)
Bu deneysel çalışmada, 24 sıçan (Mus. Norvegius Albunos). 12'si kontrol, diğer 12'si ise tedavi grubu olmak üzere iki ayrı gruba ayrıldı. Kontrol grubundaki sıçanlarda, vena porta staz yöntemiyle trombüs oluşturuldu ve trombüs sonrası histolojik karaciğer incelemeleri yapıldı ve karaciğer fonksiyon testlerine bakıldı. Tedavi grubunda ise, aynı yöntemle trombüs oluşturulduktan sonra, intraportal yoldan düşük doz streptokinaz 3000 ünite (0.003 cc) verildi. Tedavi grubundaki sıçanlar postoperatif 7. günde öldürülerek, postmortem histolojik ve biyokimyasal incelemeler yapıldı. Alman sonuçlara göre tedavi sonrası karaciğer iskemisine rastlanmadı.
In this experimental study. 24 rats (Mus. Norvegius Albinos) were used of which 12 were in the control group, and the other 12 in the therapeutic group. In the control group, portal vein thrombosis was created. By venous statis, and histological examinations were performed on the liver specimens, and liver function tests were also acquired for this group. In the therapeutic group, low dose streptokinase-3000 units (0.003 cc) was infused through the portal vein at which venous thrombosis had been produced experimentally. Ail the rats were sacrificed on the 7th postoperative day and histological liver examinations and biochemical studies were performed. According to the results there were no evidence of liver ischemia following the use of streptokinase.

6.A New Method in Diagnosing Gastroeosephageal Reflux in Children: 24 Hours Distal Eosephageal Ph-Metry
Ahmet Arıkan, Kadir Genç, Ümit Sakallı, Özkan Herek, Mehmet Demircan, Oktay Mutaf
doi: 10.5222/terh.1993.80775  Pages 37 - 40 (979 accesses)
Gastroozefagial reflü (GER) şüpheli 39 çocuk 24 saatlik distal özefagus pH ölçüm metodu ile reflü açısından araştırıldılar. Ölçülen değişkenler: 1. Ortalama pH, 2. Medyan pH, 3. Ölçülen pH değerinde 4'ün altında olma yüzdesi, 4. Total reflü süresi, 5. Relatif reflü süresi, 6. pH 4'ün altındaki alan, 7. Reflü sayısı, 8. Uzun reflü sayısı, 9. En uzun reflünün süresi Üçten dokuza kadar numaralanmış olan değişkenler arasında çok önemli korelasyonlar saptanmıştır (p<0.01). Bu bulgu kanaatimizce metodun güvenirliğini kanıtlamaktadır.
Thirty nine pediatric patiens suspected of gastroeosephageal reflux (GER), were analyzed with 24 hours distal esophageal pH measurement method. The variables read: 1. Mean pH, 2. Median pH, 3. Percentage of readings pH below 4, 4. Total reflux time, 5. Relative reflux time, 6. Area under curve, 7. Number of refluxes, 8. Number of long refluxes, 9. Duration of longest reflux. A very strong correlation was found between the variables 3 to 9 (p<0.01). We believe that this correlation proves the reliability of the method.

CASE REPORT
7.Treatment Of Acute Fulminant Hepatitis in Children
Esen Demir, Nermin Ölçer, Canan Vergin
doi: 10.5222/terh.1993.98252  Pages 41 - 45 (968 accesses)
Kliniğimizde 1984 - 1990 yılları arasında akut fulminan hepatit tanısı ile izlenen 35 çocuk öykü, klinik ve laboratuvar bulguları ile yeniden değerlendirilmişlerdir. Ve uygulanan tedavi şekillerinin etkinlikleri karşılaştınlmıştır. Olgularımızın ölüm oranı % 82.9'dur. Yaşayan olguların tümü kan değişimi, L-Dopa ve kortikosteroid tedavisini birlikte alan olgulardır.
We studied 35 children with fulminant hepatitis followed between the years 1984-1990. Their coınplaints, cilinical features, laboratory findings and results of treatment were evaluated. The mortality rate was 82.9 percent. All the surviving patients received the combined therapy including exchange transfusion and treatment with corticosteroids and L-Dopa.

8.The Results of Modified Marshall-Marchetti-Krantz Operation in 11 Cases With Stress Urinary Incontinence
Umur Kuyumcuoğlu, Fuat Demirci, Orhan Ünal, Erkut Attar
doi: 10.5222/terh.1993.69560  Pages 46 - 51 (1008 accesses)
İstemsiz idrar kaçırma şikayetiyle başvuran 12 olguya, Boney-Marchetti testi ve Sistometri yapıldı. 1 olgu detrüsor instabilitesi düşünülerek çalışma dışında bırakıldı. Olgulara metal tespih zincir uretrosistografisi çekilen sınıflandırma yapıldı. Stres üriner inkontinensi olan 11 olguya ilave jinekopatolojileride olması nedeniyle tek sütürlü modifiye Marshall-Marchetti-Krantz operasyonu yapıldı. Postoperatuar uretrosistografileri normal bulundu. Bir yıl takiplerinde olguların hiçbirinde idrar kaçırma şikayeti olmadı.
12 Patients with urinary incontinence have been evaluated by using Boney-Marchetti Test and examined by cystometer. One of the patients was excluded from this study having a muscular detrusor instability. Patients were clasified by using bead-chain uretrocystography. Modified Marshall-Marchetti-Krantz operations were performed to correct the stress urinary incontinence in 11 patients who had extra gynecological diseases. Control x-ray studies of pa- tients were free of incontinence.

9.The Analysis of The Prolonged And Postterm Pregnancy Cases
Gülseren Erhan, Niyazi Aşkar, Uçar Asena, Efsane Poordolat
doi: 10.5222/terh.1993.17478  Pages 52 - 56 (1185 accesses)
1989-1991 yılları arasında uzamış gebelik veya postterm gebelik tanısıyla yatırılan toplam 283 olgu retrospektif olarak incelendi. Aynı sayıda rastgele seçilen term gebelikler ise kontrol grubunu oluşturdu. 283 olgunun sadece 23'ü postterm idi. Postterm gebelikler term olguları ile karşılaştırıldığında oligohidramnios, mekonyumlu amnion sıvısı ve fetal distres nedenli sezaryen oranı istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde yüksek bulundu(p<0.05). Gestasyonel yaşın artması ile birlikte fetal risklerin arttığı, bu nedenle uzamış gebelik ve postterm gebelik olgularının doğum öncesi ve doğum sırasında daha dikkatli izlenmesi gerektiği sonucuna varıldı.
A total number of 283 prolonged or postterm pregnancy cases were examined retrospectively between the years 1989-1991. The control group had an equal number of term pregnancy cases selected randomly. Only 23 of 283 cases were postterm pregnancies. The incidence of oligohydramnios, meconium-stained amniotic fluid and cesarean section due to fetal distress was found statistically higher in the possterm pregnancy group (p<0.05). In the prolonged pregnancy cases, the incidence of oligohydramnios and meconium stained amniotic fluid was found higher (p<0.05). As a result, in higher gestational ages, the expected fetal risks are more pronounced, so we concluded that prolonged and postterm pregnancies should be monitorized carefully during the antepartum and intrapartum periods.

10.Effectiveness of Different Type of Tubal Sterilization Methods
Adli Karaman, Bülent Uran, Atalay Yıldırım, Atilla Erler
doi: 10.5222/terh.1993.35219  Pages 57 - 62 (947 accesses)
Sterilizasyon istemiyle başvuran 102 kadında postpartum minilaparotomi (28 olgu), ara dönem minilaparotomi (25 olgu), laparoskopik ring uygulaması (28 olgu), ve posterior kolpoto- mi (21 olgu) uygulanmıştır. Komplikasyon ve etkinlik yetersizliği oranlan posterior kolpotomi de diğer 3 yönteme göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Lokal anesteziyle yapılabilen minilaporotomilerin laparoskopik girişimlere üstün olduğu kanısına vanlmıştır.
Postpartum and interval minilaparotomy (28 and 25 cases respectively) laparoscopic ring application (28 cases) and posterior colpotomy (21 cases respectively) were applied to 102 women who had requested voluntary tubal sterilization. The highest technical failure and complication rates were found in the posterior colpotomy group. These results suggest that minilaparotomy that can be performed under local anesthesia is more effective method than laparoscopy for tubal sterilization.

11.The Sonographic Evaluation of The Vocal Cord Anatomy
Orhan Oyar, Nevra Elmas, Refik Killi, Fazıl Apaydın, Erkan Sevinç, Esin Emin Üstün
doi: 10.5222/terh.1993.98215  Pages 63 - 66 (965 accesses)
Ses telleri 30 normal olguda, 7.5 MHz frekanslı lineer ve sektör problar kullanılarak incelenmiştir. Gerçek ses telleri hipoekojen yapılar olarak görülmüşken, yalancı ses telleri hiperekojen yapılar şeklinde görülmüştür. Ses tellerinin soluk alıp verme sırasındaki simetrik hareketleri real-time çalışmalarla gösterilebilir. 40 yaşın altındaki 14 olgudan 13'ünde yeterli görüntü alınmışken. 40 yaşın üstündeki 16 olgudan 7'sinde yetersiz görüntü alınmasında tiroid kıkırdağının yaşa bağlı kemikleşmesi sorumlu tutulmuştur. Sonografinin özellikle 40 yaş altında ses telleri görüntülenmesinde yararlı bir teknik olduğu söylenebilir.
The vocal cords were evaluated sonographically using 7.5 MHz linear and sector probes. The true vocal cords were viewed as hypoechogenic structures while the pseudovocal cords were hyperechogenic. The symmetric movements of the vocal cords during regular breathing can be shown in real time scanning. The fact that 13 out of 14 patients below 40 years of age could be studied adequately while in 7 out of 16 above 40 years of age dependent satisfactory was attributed to the age dependent calcification of the thyroid cartilage. Thus it is apparent that sonography is a useful diagnostic modality for the imaging of the vocal cords especially below age of 40

12.Na, K, Ca, Mg and Inorganic Phosphate Values Determined From The Resting And Stimulated Parotis Saliva
Çiğdem Erdoğan, Nurselen Toygar, Sevtap Günbay
doi: 10.5222/terh.1993.26937  Pages 67 - 72 (878 accesses)
Çalışmamızda 14 kişiden toplanan istirahat ve uyarılmış parotis salgısı örneklerinde, sodyum, potasyum, kalsiyum, inorganik fosfat ve magnezyum değerleri saptanmış ve karşılaştırılmıştır. Bulgularımıza göre, parotis salgısında uyarılma sonrası sodyum ve kalsiyum değerlerinde (p<0.01) anlamlı bir artma, potasyum, magnezyum ve inorganik fosfat değerlerinde anlamlı bir azalma saptanmıştır.
In the present study, resting and stimulated parotis saliva samples obtained from 14 men and women were investigated to determine and compare the sodium, potassium, calcium, inorganic phosphate and magnesium levels. To our findings; after stimulation of parotis secretion there was a statistically significant increase (p<0.01) in calcium and sodium values while there was a statistically significant decrease in potassium, magnesium and inorganic phosphate levels.

13.A Child With Idiopathic Pulmonary Hemosiderosis
Işın Yaprak, Sezin Aşık, Berrak Sarıoğlu, Savaş Kansoy, Cengiz Sert, Hürriyet Turgut
doi: 10.5222/terh.1993.25488  Pages 73 - 76 (983 accesses)
İdiopatik pulmoner hemosiderosis çocukluk yaşlarında ender görülen, ağır klinik seyri plan bir hastalıktır. Demir eksikliği anemisi, kronik nonprodüktif öksürük üzerinde gelişen akut respiratuar dispne, akciğer grafisinde diffüz, retikülonodüler alveoler infiltrasyon ve balgamda hemosiderin yüklü makrofajların tespiti, hastahğı kuvvetle düşündürür. Kesin tanı açık akciğer biyopsisinle konur. Kliniğimize derin anemi, akut respiratuar distres ve tipik akciğer grafisi ile başvuran, balgam ve açık akciğer biyopsisinin histopatolojik incelenmesi ile kesin tanı alan 14 yaşındaki erkek olgu takdim edilmektedir.
Idiopathic pulmonary hemosiderosis (IPH) is an uncommon but devastating disease of children. The radiographic finding of a diffuse reticulonodular alveolar infiltrate together with clinical findings of chronic, nonproductive cough, chronic or acute dyspnea and irondeficiency anemia, strongly suggest IPH, but open-lung biopsy is usually necesary for definitive diagnosis. We present a case of a fourteen year-old boy with IPH who has been admitted to our clinic with severe anemia, acute respiratory failure and typical chest X-ray. Histopathologic diagnosis was done on the sputum and the open lung biopsy specimen was carried out on the 30th day of admission. The patient is now on corticosteroid therapy and clinically stable.

14.Congenital Megalourethra
Salih Çetinkurşun, Cengiz Koçyiğit, Mehmet Turgay Sakarya, Fahrettin Alpaslan
doi: 10.5222/terh.1993.72762  Pages 77 - 81 (1061 accesses)
Doğuştan dev üretra, anterior üretrayı tutan na|dir bir anomalidir. Fuziform ve skafoid tip olmak üzere iki gruba ayrılır. İki skafoid dev üretra olgusu sunulmaktadır. İlk olgu, doğduğunda Prune-belly sendromu tanısı almış 5 haftalık erkek bebek olup; kusma ve kilo alamama yakınması ile hastaneye yatırılmıştır. Yapılan intravenöz pyelogramda sol üreterde genişleme ve mesane divertikülü saptanmıştır. İşeme sırasında gerçekleştirilen incelemede ise penil üretrada kese şeklinde genişleme gözlenmiştir. Penil üretrostomi yapılan olgunun yakınmaları gerilemiş ve kontrollere gelmek üzere hastaneden çıkarılmıştır. Daha sonra olguya sol ureteroneosistostomi ve sol orşidopeksi girişimleri yapılmıştır. Olguda Nesbitt girişimi (uretroplasti) planlanmış ancak ailesi kabul etmemiştir. İkinci olgu, sağlıklı anne ve babadan sorunsuz bir gebelik sonrası dünyaya gelen bebek olup, geniş ve düzensiz bir penisi olduğu dikkati çekmiştir. Bebekte işeme sorasmda penisin ventral yüzünde bir keseleşme olduğu ve idrarın damla damla geldiği gözlenmiştir. Cerrahi düzeltme iki aşamada gerçekleştirilmiş ve 4 aylık iken tamamlanmıştır. Operasyon sonrası olgunun bir sorunu kalmamıştır ve işeme, normal akımla peniste herhangi bir düzensizlik olmaksızın gerçekleşmektedir.
Megalourethra is a rare congenital disordjer involving the anterior urethra.Megalourethra is subdivided into two types: Fusiform arıd scaphoid. Two cases of scaphoid type megalourethra are reported. The first patient, a 5 weeks old infant diagnosed at birth as having the prune belly syndrome was admitted to the hospital with vomiting and failure to thrive. Intravenous pyelogram revaled marked dilatation of the left ureter and a bladder diverticulum. Micturition cystourethrography showed a sac-like dilatation of the penile urethra. A penil urethrostomy was performed. His problems resolved and he was discharged from the hospital on follow up on an outpatient basis. Later he underwent left ureteroneocystostomy and left orchiodopexy. Nesbitt procedure was planned but his family refused it. The second patient, born to healthy parents after an uneventful pregnancy and delivery, was found to have an enlarged and deformed penis. The baby voided with a poor stream and a concomitant swelling of the penis was noted. Retrograde urethrography showed a sac-like dilatation of the penile urethra. Surgical revision was carried out a 2 stage procedure and was completed (Nesbitt's operation) after 4 months.The patient did well postoperatively and voided with a normal stream without any abnormality of the penil shaft.

15.A Case of Locked-in Syndrome
Faik Budak, Atilla İlhan, Mehmet Özmenoğlu, Sezer Şener Komşuoğlu
doi: 10.5222/terh.1993.05435  Pages 82 - 84 (1516 accesses)
46 yaşında erkek hasta ventral pons infarktına bağlı İçe kilitleme sendromu tanısı ile izlendi. Hastada kuadripleji ve alt kraniyel sinir felçleri vardı. Bilinç korunmuştu, verilen emirlere göz ve göz kapağı hareketleri ile yanıt veriyordu. Hastanın Somato-sensorial Evoked Potensiyalleri, Beyin Sapı İşitsel Uyarılmış Potansiyelleri ve EEG'si normaldi. MR'da sağda daha belirgin olmak üzere ventral ponsta anormal sinyal yoğunluğu saptandı.
A 46 year-old-man developed a "Lucked-in" syndrome due to a vascular lesion in the pons. He was quadriplegic arıd mute, but retained consciousness and communicated by eye movements and blink. Somato-Sensorial Evoked Potentials, Brainstem Auditory Evoked Potentials and EEG of the patient were ali normal. MRI showed an abnormal signal intensity region in the ventral pons more marked on the right.

16.Intrathoracic Extramedullary Hematopoisesisin Thalassemia
Leman Öralay Yurdakul, Güler Tolgonay, Remide Arkun, Ege Süzer, Işın Yaprak, Ali Nihat Eraslan
doi: 10.5222/terh.1993.23922  Pages 85 - 88 (1143 accesses)
Talasemi intermedia tanısıyla izlenen 20 yaşındaki erkek hastada öksürük yakınması nedeni ile çekilen akciğer grafisinde arka mediastende 2. ve 10. vertebralar arasında yer alan bilateral, lobüle konturlu, düzgün kenarlı opasiteler izlendi. Bu görünümün ekstramedüller hematopoeze ait olabileceği düşünüldü. Ayırıcı tam için gerekli tetkikler hasta izlemden çıktığı için yapılamadı. 18 ay sonra kontrol için başvuran hastaya çekilen akciğer grafisindeki bulgularda hiçbir değişiklik görülmemesi üzerine tam doğrulandı. Hastada kitlelere bağlı semptom gelişmedi. Bu nedenle histolojik doğrulama için invaziv işlemlere başvurulmadı. Talasemi gibi kronik anemisi olan olgularda akciğer grafisinde düzgün kenarlı, lobüle konturlu, unilateral veya bilateral paravertebral kitleler saptandığında ekstramedüller hematopoez akla gelmelidir. Asemptomatik oldukları sürece izlem grafileri (yıllık) yeterli olup, tedavileri gerekmemektedir.
Chest radiograph of a 20-year old male, previously diagnosed as thalasemia intermedia, revealed bilateral, well-defined lobulated masses situated in the posterior mediastinum between the second and the tenth vertebrae. These thoracic masses were evaluated as extramedullary hematopoiesis both; radiographically and clinically. Control chest x-ray, after 18 months, revealed no difference the first findings. The patient was asymptomatic. The presence of well-defined, lobuiated unilateral or bilateral paravertebral masses in patients with chronic anemia like thalassemias, should alert the physician about the possibility of extramedullary hematopoieses. As long as the patient is asymptomatic, no treatment is necessary.

OTHER
17.Problems Of Medical Journalsin Turkey And Proposals
Ceyhun İrgil, Emel İrgil
doi: 10.5222/terh.1993.73627  Pages 89 - 94 (955 accesses)
Ülkemizde yaklaşık 120 türkçe ve ingilizce tıp dergisi yayınlanmaktadır. Bu dergilerin okurları 60 000 tıp doktorunun çok az bir kısmıdır. Bu dergiler akademik ilerleme için araç olarak düşünülmektedir. Hazırlama, basım ve dağıtım aşamasında, ne hazırlayanlar ne de okuyucular tarafından desteklenmektedir. Bu önemli konu en kısa sürede ele alınmalı ve gerekli önelemler alınarak dergilerin sürekliliği ve değerliliği sağlanmalıdır.
In our country, approximately 120 medical joumals are published in Turkish and English. The readers of these joumals are a very small subgroup of the 60tousand existing medical doctors. These journals are considered as a vehicle publication and distributuon, they are criticized neither by the oreparators nor by the readers. This is an important topic that should be reviewed. Immediately and by taking necessary provisions, the continuity and valuability of the journals should be attained.

18.We Should Give Enough Attention To Domestic Studies And Criticize Them
Ragıp Kayar
doi: 10.5222/terh.1993.79092  Pages 95 - 96 (836 accesses)
Türkiye'de 60 bin hekim ve yaklaşık 120 tıp dergisi vardır. Ancak dergilerin büyük çoğunluğunun tirajı 1000'in altındadır. Sayıca çok fazla dergi olması ve okur desteğinin yetersizliği dergilerin kalitesini ve düzenli çıkışını olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla yerli literatürü yeterli izlememekle suçlanan Türk hekimi çok sayıda kalitesiz ve denetimsiz yaymla karşı karşıya bulunmaktadır. Dergi sayısmm azaltılması ve dergilerdeki bilimsel düzeyin artırılması halen en önemli sorunlar olarak karşımızda durmaktadır.
Although there are sixty-thousand physicians and approximately 120 medical journals in Turkey, most of them have a publication rate less than 1000 per issue. The multitude of pub- lications coupled with the lack of enthusiasm and support by readers is a major negative im- pact on the quality and regularity of the journals. The turkish physician claimed not to follow the domestic literature satisfactorily in thus faced with a multitude of uncontrolled journals, most of the time of low scientific quality as well. It still seems that a major concern continues to be the reduction of journal numbers and raising the quality of the scentific level of the medical journals published in Turkey.

LookUs & Online Makale