E- ISSN: 3023-6215
ANATOLIAN JOURNAL OF GENERAL MEDICAL RESEARCH - Anatol J Med : 18 (1)
Volume: 18  Issue: 1 - 2008
CLINICAL RESEARCH
1.A Situation Being Neglected in Nursing: Collecting Data Related To Sexuality
Yıldız Denat, Yurdanur Demir
doi: 10.5222/terh.2008.06705  Pages 1 - 7 (1326 accesses)
Cinselliğe yönelik veri toplama, üreme öyküsünün yaşamsal bir parçası olup, cinsel problemlerin ve kaygıların değerlendirilmesinde hemşireye kılavuzluk eder. Fakat cinsel öykü alma çok çeşitli nedenlerden dolayı hemşireler ve diğer sağlık profesyonelleri tarafından çoğu kez gözardı edilmektedir. Halbuki hemşire; doğru iletişim tekniklerini kullanarak uygun veri toplama yoluyla bireyin duygularını açığa çıkarma, kabul etme, değişikliğe uğramış cinsel yaşamı ile ilgili problemleri tartışmaya izin verme, hastalık ve tedaviye bağlı olası cinsel sorunları tanılamaya yardımcı olma ve öneriler sunma ile hastanın tedavi ve bakım planına uyumunu sağlayarak, bakım kalitesini yükseltebilir. Bu nedenle, cinsel sağlığa yönelik veri toplamada ve hastaların cinsel sorunlarına yaklaşım amacıyla klinisyenler için çeşitli model ve yöntemler geliştirilmiştir. Bu modellerden hangisi kullanılırsa kullanılsın sorulacak sorular her bir hasta için bireysel ve özenle seçilmiş olmalı dolayısıyla sorular kendi içerisinde bir aşamalılık göstermelidir. Bunun yanında, veri toplamaya yönelik görüşmede; hemşirenin yansızlığını aynı zamanda da bireyin gizliliğini koruması ve bireyle görüşürken profesyonel olması cinsel yaşama yönelik veri toplamayı kolaylaştıran faktörlerdendir.
Collecting data related to sexuality guides the nurse in assessment of sexual problems and concerns, as well as being a crucial part of the reproduction history. But, getting the sexual history is most often neglected by the nurses and other health care professionals due to a wide variety of reasons. However, a nurse can promote the patient's quality of care through a proper data collection by using appropriate communication techniques, uncovering and accepting the individual's feelings, allowing the discussion of the problems related to altered sexual life, helping the identifıcation of potential sexual problems associated with the disease and its treatment, making recommendations and ensuring that the patient complies with the treatment and care plan. Therefore, a number of model s and methods have been developed for clinicians to be used in data collection related to sexual health and in order to approach patients' sexual problems. Regardless of which one of these models is used the questions to be asked should be specially selected and individualized for each patient; therefore, questions should be internally progressive. In addition, the fact that an objective nurse who protects the privacy of the individual and acts as a professional during interview concerning data collection is a vital factor facilitating the data collection toward sexual life.

2.The Significance of C Erbb2, Ema And B723 Expression of Hyperplastic Endometrium Versus Neoplastic Endometrium
Leyla Tekin, Nilay Başkesen, Bengü Günay Yardım, Ümit Bayol, Tolga Mızrak, Cüneyt Taner
doi: 10.5222/terh.2008.52454  Pages 8 - 14 (923 accesses)
AMAÇ: Hiperplastik endometriyumu neoplastik olandan ayırmada c erbB2 proto-onkogeni ile EMA ve B72.3 ep i tel yal işaretleyicilerinin yerini belirlemektir. YÖNTEM: 2003 Eylül-2004 Mart tarihleri arasında menometroraji şikayeti ile Ege Doğumevi ve Kadın Hastalıkları Hastanesi 4. Kadın Doğum kliniğine gelen hastalara endometriyal biyopsi yapıldı. Histopatolojik olarak 21 olgu (grup-I) endometriyal karsinom, 10 olgu (grup-II) kompleks atipisiz endometriyal hiperplazi, kalan 17 olgu (grup-III) ise proliferasyon ve sekresyon özellikleri gösteren endometriyum olarak tanımlandı ve bu olguların tümüne c erbB2, EMA, B72.3 imundokukimyasal paneli uygulandı. Pozitif olgular yarıkantitatif olarak pozitivite paterni ve boyanma şiddetine göre grup lan din İdi. Gruplar istatistiksel olarak Kruskal-Wallis ve Matın Whitney U testleri ile karşılaştırılıp, değerlendirildi. BULGULAR: Grup II (s=10) ve grup III (s= 17) olgularının tümü c erbB2 proto-onkogeni için boyanmazken, grup I (s=21) neoplazi olgularından T si sitoplazmik m em branda lokal olarak pozitivite gösterdi. Neoplazi grubunun (grup-I) EMA boyanma paterni, boyanma şiddeti ve patern+şiddet karşılaştırması arasında sadece boyanma şiddeti açısından diğer gruplara göre (grup-II+grup-III) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık gösterdiği saptandı (p=0,018). B72.3' nin varlığı neoplastik/'neoplastik olmayan endometriyum ve hiperplastik (kompleks atipili-atipisiz hiperplazi)/neoplastik endometriyum ayrımında hem boyanma paterni hem de boyanma şiddeti açısından istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı bulundu (p=0,001). SONUÇ: İlk bakışta c erbB2 onkogeninin imundokukimyasal olarak gösterilmesi hiperplastik/neoplastik endometriyum ayrımında kullanışlı gibi görünse de bu bulgu istatistiksel olarak doğrulanmamıştır. EMA, boyanma yoğunluğu açısından neoplastik lezyonları neoplastik olmayandan ayırmada anlamlı (p: 0.001) görünmektedir. İmundokukimyasal olarak B72.3 neoplastik endometriyumu neoplastik olmayan endometriyal siireçden ayırmada özgün bir işaretleyici gibi görünmektedir (p=0.001).
AIM: Our aim is to predict the position of the proto-oncogen c erbB2 and the epithelial markers EM A and B72.3 to differenciate hyperplastic endometriuın from neoplastic one. METHODS: Endometrial biopsy is perfonned to patients with menometroragy between September 2003-March 2004 at TCSB Tepecik Obstetrics and Gynecology Teaching Hospital. 21 cases (group-I) of histopathologically diognosed as endometrial cancer, 10 cases (group-IÎ) of complex endometrial hyperplasia without atypia and resting 17 cases (group-III) of endometrium project proliferative and secretory changes are comperatively evaluated for immunohistochemical expression of c erbB2, EM A, B72.3. Positive cases are semiquantitatively interpreted for positivity pattem and staining intensity. Kruskal- Wallis and Mann Whitney U tests are used in comparison and statistical evaluation of the groups. RESULTS: While ali cases in group II (n=10) and group III (n=17) were negative for c erbB2 protooncogen; 2 cases in neoplasia group I (n=21) were focally positive on cytoplasmic membrane. The only statistical difference was detected on staining intensity of EMA in neoplasia group (group I) versus the other groups (group Il+group III) through staining pattem, staining intensity and pattern+intensity (p=0,018). B72.3 expression displayed high statistical signifıcance (p=0,001) in discriminating n eop I astic/nonn eopl asti c endometrium and hyperplastic (complex endometrial lıyperp 1 asia)/n eop 1 asti c endometrium for both staining pattern and intensity variables. CONCLUSION: Although seems to be useful at fırst sight, immunohistochemical staining with c erbB2 oncogen was not statistically signifîcantin diserimination of hyperplastic versus neoplastic endometrium.EMA seems to be useful to differentiate neoplasia from the other nonneoplastic processes depending on the staining intensity. B72.3 may be concerned as a spesifıc marker for differentiation of neoplastic endometrium versus nonneoplastic endometrial processes.

3.The Effectiveness of Topiramate Therapy in Pediatric Migraine Patients
Ayşın Kısabay, Figen Özgönül, Mehmet Helvacı
doi: 10.5222/terh.2008.15750  Pages 15 - 19 (922 accesses)
AMAÇ: Çocukluk çağında migren tedavisinde topiramatın etkinliğini saptamak amaçlandı. YÖNTEM: Şubat 2005-Mart 2007 tarihleri arasında Akhisar Devlet Hastanesi Nöroloji polikliniğine ve Tepecik Eğitim Hastanesi Çocuk Nöroloji Polikliniğine başvuran ve Uluslarası Başağrısı Derneğinin 1988 kriterlerine göre migren tanısı alan 9-16 yaş arası 100 olgu ileriye dönük incelendi. Çalışmaya alman 100 olgunun ortalama yaşı 14.72±1.87 yıl, 75 i kız (%75), 25 i erkekti (%25). Ağrı şiddetini değerlendirmek için (migraine disability assessment-migren kısıtlılığı değerlendirme) ve sorgulama formu (MİDAS) izlem skorları kullanıldı. Birinci ay sonunda migren olarak değerlendirilen ve haftada birden fazla atak sıklığı olan ve/veya MİDAS skorlaması altıdan fazla olan hastalara topiramat verildi ve hastalar 4-6 ay izlendi. BULGULAR: Hastalara topiramat ortalama 64±22.5 mg/gün dozda verildi. Tedavi öncesi ortalama MİDAS skoru 8.39± 2.81 den tedavi sonrası 4.03±1.46 değerine gerilediği görüldü (p< 0.001). Ağrı sıklığı skorunun ise tedavi öncesi ayda 7.86 ± 1.06 den tedavi sonrası 3.64±0.97 ye gerilediği görüldü (p< 0.001). SONUÇ: Migren önleminde topiramattan yararlanılabileceği ve bu konuda çok merkezli çalışmalara gereksinim olduğu kanısına varıldı.
AIM: To determine the effectiveness of topiramate therapy in pediatric migraine patients. METHODS: 100 patients among ages of 9-16 admitted to the Neurology outpatient clinic of Akhisar Mustafa Kirazoğlu. Offıcial Hospital and Pediatric Neurology Outpatient Clinic of İzmir Tepecik Teaching Hospital diagnosed as migraine wii: h 1988 International Headache Society criteria were followed up with migraine disability assessment score (MIDAS) for the severity of headache. After one month, topiramate therapy was started to the patients diagnosed as migraine, who had headache frequency more than once a week and /or a MIDAS score more than six. These patients were followed for 4-6 months. RESULTS: Patients received 64±22.5 mg/day mean dose of topiramate. MIDAS score was 8.39± 2.81 and 4.03±1.46 before and after therapy respectively (p< 0.001). Headache frequency was 7.86 ± 1.06 and 3.64± 0.97 before end after the therapy respectively (p< 0.001). CONCLUSIONS: Topiramate treatment may be beneficial in migraine prophylaxis and multicenter studies are needed for confirmation.

4.The Effecteveness of Valproat and Oxcarbazepine Monotherapies in Children With Benign Rolandic Epilepsy
Murat Anıl, Gülşen Dizdarer, Alkan Bal, Oğuz Uzun, Nejat Aksu
doi: 10.5222/terh.2008.89728  Pages 20 - 24 (1264 accesses)
AMAÇ: Çocukluk çağında benin roiandik epilepsi sık görülen ve prognozu iyi olan bir parsiyel epilepsi tipidir Benin rolandik epilepsi tedavisinde okskarbazepin (OKS) etkinliğini değerlendiren karşılaştırmalı çalışmaların sayısı sınırlıdır. Bu çalışmada, tek başına sodyum valproat (VPA) ve OKSC tedavisi alan benin rolandik epilepsili olgularda antiepileptik ilaç etkinliği ve yan etki profilleri karşılaştırmıştır. YÖNTEM: Benin rolandik epilepsi tanısı alan, tek başına VPA veya OKS tedavisi ile en az 1 yıl izlenen toplam 32 olgu (ortalama yaş: 8.06 ± 2.89 yıl; yaş dağılımı: 4-14 yıl, % 56.3'ü erkek; VPA grubu: 16 olgu; OKS grubu: 16 olgu) geriye dönük incelenmiştir. İstatistiksel değerlendirmede Mann-Whitney U ve ki-kare testleri kullanılmış olup p<0.05 anlamlı kabul edilmiştir. BULGULAR: Her iki tedavi grubunda 10'ar (%62.5) hastada tam nöbet kontrolü sağlanmıştır (p>0.05). Tedavi sonrası ilk 3 aylık dönemin sonunda VPA grubunda 1 olguda, OKS grubunda 2 olguda yeterli nöbet kontrolü sağlanamadığından almakta oldukları antiepileptik tedaviler değiştirilmiştir. VPA grubunda 3 olguda [% 18.7 (2'sinde iştah artışı, 1 'inde karın ağrısı)], OKS grubunda ise 6 olguda [%37.5 (3'ünde uykuya eğilim, 2'sinde baş ağrısı ve 1'inde cilt döküntüsü)] antiepileptik ilaca bağlı semptomatik yan etki saptanmıştır (p>0.05). SONUÇ: Sınırlı sayıda olguyu içeren bu çalışma, çocukluk çağında benin rolandik epilepsinin tek ilaçla tedavisinde valproat ve okskarbazepinin, etkili ve kolay kullanılabilen antiepileptik ilaçlar olduğunu desteklemektedir.
AIM: In childhood, benign rolandic epilepsy is one of the most seen partial seizures with good prognosis. The comparative studies which analyse the effectiveness of oxcarbazepine (OXC) in benign rolandic epilepsies were rarely. In this study, the clinical and adverse effects of sodium valproat (VPA) and OXC were compared. METHODS: A retrospcetive chart review identifed 32 patients (mean age: 8.06 ± 2.89 years; range: 4-14 years; 56.3% male; VPA group: 16 cases; OXC group: 16 cases) with benign rolandic epilepsy receiving valproat or oxcarbazepine monotherapy in at least on e year. In statistical analysis, Mann-Whitney U and chi-square tests were used and p<0.05 was considered as signifıcant. RESULTS: In each therapy groups, 10 patients (67.5%) achieved seizure-free state (p>0.05). At the end of the first three months after the beginning of antiepileptic therapy, one patient in valproat group and two patients in oxcarbazepine group had insufficient reduction in seizure frequency, so they were switched to another antiepileptic agent. Three patients [18.7% (hyperphagia in 2, abdominal pain in 1)] in valproate group and 6 patients [37.5% (drowsiness in 3, headache in 2, skin rash in 1) in oxcarbazepine group reported adverse events (p>0.05). CONCLUSION: The findings from this small series suggest that valproat or oxcarbazepine monotherapies can be effective and well tolerated in childhood.

5.Hybrid Approach (Stent-Bypass) For Tasc A-B Iliac Artery and Tasc C-D Distal Lesions
Mustafa Karaçelik, İbrahim Erdniç, Yiğit Göktay, Mustafa Parıldar
doi: 10.5222/terh.2008.77246  Pages 25 - 29 (928 accesses)
AMAÇ: Melez yaklaşımların arttığı bir dönemde, ilyak arter ve distalindeki lezyonlara endovasküler girişimlerle cerrahiyi eklediğimiz olguları geriye dönük olarak gözden geçirdik. GEREÇ VE YÖNTEM: Ekim 2001-Ocak 2007 tarihleri arasında İzmir Eğitim ve Araştıma Hastanesi (Bozyaka) Kalb Damar Cerrahi Kliniğinde 115 hastaya femoro-popliteal ve femoro-distal baypas yapılmıştır (110 Erkek (%95.7),5 Kadın (%4.3). Tüm hastalar aortafemoropopliteal anjiyo ve/veya koroner anjiyo ile değerlendirilmiştir. TASC A ve B ilyak lezyonlar için stent kararları deneyimli girişimsel radyologlar ile yapılan konseylerde verilmiştir. Stent için uygun olmayan TASC C ve D ilyak lezyonları olan hastalara cerrahi tedavi uygulanmıştır. 115 hastanın 33'üne (%28.7) iliyak arterlerindeki TASC A ve B tipi lezyonlara Perkuîan Transluminal Anjioplasti (PTA)-stent ve bu işlemden 15-30 gün sonra femoro- popliteal veya femoro-posterior tibiyal baypas yapılmıştır. Stent sonrası verilen Klopidogrel tablet 75mg/gün ve ASA 1 OOmg/giin tedavisi operasyona 5 gün kala kesilip yerine deri altından düşük molekül ağırlıklı hep ar in verilmiştir ve sonrasında eski tedaviye devam edilmiştir. Bilek/kol indeksi (Ankle/Brakial index) tüm hastalarda ölçülmüştür. Girişimler için spinal ve/ya genel anestezi kullanıldı. Ameliyat sonrası hasta izlemleri; bakı, Doppler ultrasonografı ve Manyetik rezonans (MR) anjiyo ile yapılmıştır. Çalışma geriye dönük olarak düzenlenmiştir. BULGULAR: Melez girişini yapılan 33 hastanın tümü erkekti. Ortalama yaş 60 (36-81) idi. Stent sonrasında yapılan baypaslar sırasındaki değerlendirmede proksimal akımlar yeterli olup operasyon sonrasında tüm hastalarda palpasyon ile nabız ele gelmiştir. Melez tedavi yapılan hastalardan; 18 hastaya (%54,6) diz üstü femoro-popliteal baypas yapıldı. Bu ameliyatlarda 4 hastaya (%23) 6mm Politetrafloroetilen (PTFE) ve 14 hastaya (%77) 8mm PTFE damar grefti kullanıldı. Dizaltı femoro-popliteal 10 hastaya (%30.3) safen veri (1-%3.3) ile ve heparin emdirilmiş Sırını PTFE damar grefti (9-%96.7) ile yapılmıştır. Beş (%15.2) hastaya femoro-posterior tibiyal arter baypas safen ven (4-%93.4) ve hepariıı emdirilmiş PTFE damar grefti (1-%6.6) ile yapılmıştır. Erken greft troınbozu gözlenmedi. Geç greft trornbozu 3 hastada (%9) gözlendi. Femoral arterin distaline embolektomi ile sekelsiz iyileşme oldu. Hastaların hepsinde femoral arterin proksimal indeki akım güçlü idi, kateter ilerletmeye gerek kalmadı. Yani stent restenozu hiçbir hastada gözlenmedi. Bu hastalarda klopidogrel ve asetilsalisilik asit kesilip warfarin tedavisine geçildi. Arnputasyon ve mortalite gözlenmedi. Geç infeksiyon 1 hastada (%3.03) gözlendi. Antibioterapi, pansuman ve debridman ile iyileşme oldu. SONUÇ: İlyak arter ve d İsta ündeki lezyonların tedavisinde melez yaklaşım ile hastanın yaşam konforu artmış olup, büyük bir damar cerrahisi operasyonu yerine, karın açılmadan, daha az travmatik bir operasyon ile morbidite azaltılmıştır.
AIM: The morbidity of the patients who treated endovascular for iliac artery and then surgical treatment for its distal lesions was improved by hybrid approach. MEIHODS: 115 patients (110 male(95.7%)-5 female(4.3%)) operated between October 2001-January 2007. Thirtythree (28.7%) of 115 patients treated with iliac artery Percutan Transluminal Angioplasty (PTA)-stent and femoro-popliteal artery or femoro-posterior tibialis artery by-pass was made 15-30 days later respectively. All patients underwent to aortafemoropopliteal and/or cardiac angiography. PTA-stent desicions has made with experienced interventional radiologists for TASC A and B iliac lesions. Surgical treatment was applied TASC C and D iliac lesions. Clopidogrel tablet 75mg/daily treatment ceased 5 days before from surgery and low weight molecular heparin(LWMH) was continued. Patient follow-up was made with physical examination, doppler US and MR angiography postoperatively. RESULTS: Mean age was 60 (36-81). During the by-pass procedure proximal blood flow was perfect and at the end of the operation anterior and posterior tibialis artery pulsations was palpable. The patients who treated by hybrid therapy and their vascular grafts are listed respectively; 6mm (4-23%) or 8mm (14-77%) Polytetra fluroethilen (PTFE) vascular graft in the above-knee by-passes (1 8-54.6%). Saphenous vein (1-3.3%) and heparin-bounded PTFE vascular graft (9-96.7%) in the below knee by-passes (10-30.3%). Saphenous vein(4-93.4%) and heparin-bounded PTFE vascular graft(l)(6.6%) in the Femoro-posterior tibial by-passes(5-15.2%). Nobody had early graft thrombosis. Late graft thrombosis was seen in 3(9%) patients. All patients healed with distal embolectomy without proximal embolectomy. Because of proximal flow was perfect stent restenosis was not observed.Medical treatment of graft thrombosis patients was continued warfarin. Nobody had amputation or mortality. Late infection was seen in only 1 (3.03%) patient. CONLUSIONS: Life comfort increased by hybrid approach for iliac artery and its distal lesions, instead of a major vascular surgery operation smaller intervention was applied.

CASE REPORT
6.Salivary Gland Masses: Analysis of 155 Cases
İbrahim Çukurova, Doğan Özkul, Erhan Demirhan, Erdem Mengi, Yusuf Yalçın, Ayça Tan
doi: 10.5222/terh.2008.63565  Pages 30 - 35 (1696 accesses)
AMAÇ: Kliniğimizde tükürük bezi kitlesi nedeniyle opere ettiğimiz hastaları gözden geçirmek ve literatürle kıyaslamak. HASTALAR VE YÖNTEM: Ocak 2001 ile Ocak 2007 tarihleri arasında kliniğimize başvuran ve tükriik bezi patolojisi nedeniyle opere olan hastalar uygulanan cerrahi yöntem ve postoperatif histopatolojik değerlendirmeleri göz önüne alınarak geriye dönük olarak incelendi. BULGULAR: Ocak 2001 ile Ocak 2007 arasında kliniğimizde tükrük bezi patolojisi nedeniyle 155 hasta ameliyat edilmiştir. Hastaların 75'i erkek 80'i kadındır. Tükürük bezi kitlelerinin 103 (% 66,4)'ü parotisten, 49 (%31,6)'u submandibular bezelen ve 3 (%2)'ü minör tükürük bezlerinden kaynaklanıyordu. Parotis kitlelerinin 23 (%22,3) tanesi malin, 80 (%77,7) tanesi benin, submandibular tükürük bezi kitlelerinin 3 (%6,2) tanesi malin, 46 (%93,8) tanesi benin, minör tükürük bezlerinin 2 (%66,6) tanesi malin ve 1 (33,3) tanesi benin karakterde idi. SONUÇ: Tükürük bezi kitlelerine yönelik uyguladığımız cerrahi yöntem ve postoperatif histopatolojik sonuçlan sunmayı amaçladık.
THE OBJECTIVE: To review the patients we have operated in our clinic due to salivary gland mass and compare them with the literatüre. THE PATIENTS AND THE METHOD: The patients who applied to our clinic and were operated due to salivary gland pathology between January 2001 and January 2007 were reviewed according to the surgical prosedure that performed and the postoperative histopathological evaluation, retrospeetively. THE FINDINGS: 155 patients ha ve been operated in our clinic due to salivary gland pethology between January 2001 and January 2007. 75 patients were male and 80 were female. 103 (66,4%) of the salivary gland masses were originating from parotis, 49 (31,6%) from submandibular gland and 3 (2%) from minör salivary glands. 23 (22,3%) of the parotis masses were malignant 80 (77,7%) were benign, 3 (6,2%) of the submandibular salivary gland masses were malignant, 41 (93,8%) were benign and 2 (66,6%) of the minör salivary gland masses were malignant, 1 (33,3%) were benign. CONCLUSION: We aimed to present the surgery we have performed oriented at the salivary gland masses and the postoperative histopathoiogical results we have obtained.

7.X-Ray and Ct Findings in a Gallstone Ileus Case
Ebru Çiçek, Gürhan Adam, Yasemin Apak, Selçuk Kılınç, İsmail Uçman
doi: 10.5222/terh.2008.37862  Pages 36 - 39 (1107 accesses)
Safra taşı ileusu tekrarlayan taşlı kolesistitin iyi bilinen oldukça nadir bir koınplikasyonudur. Akut karında artmış Bilgisayarlı Tomografi (BT) kullanımı, hızlı tanı ve acil laparotomi gerektiren bu hastalıkta rastlanan yüksek mortalite oranını azaltabilir. Bu sunumda BT ile tanısı doğrulanan safra taşı ileusu olgusunu bildiriyoruz.
Gallstone ileus is well known as a rare complication of recurrent gallstone Cholecystitis. With the increased using of CT imaging for acute abdominal problems may decrease the high mortality rate encountered in this disease that requires rapid diagnosis and treatment. We report a case in which gallstone ileus was diagnosed by CT.

8.A Case Of Mesenteric Lymphangioma
Ünal Aydın, Pınar Yazıcı, Zafer Önen, Halil Erbiş, Murat Kılıç
doi: 10.5222/terh.2008.12251  Pages 40 - 43 (957 accesses)
Lenfanjiyom genellikle benin olmakla birlikte nadir gözlenen ve preoperatif olarak tanı koyma olasılığı düşük olan bir patolojidir. Mezenterik ve retroperitoneal kistik lenfanjiyomlar ise tüm lenfanjomların %5'ten azını oluşturur. Genellikle asemptomatik olan hastalarda tanı kitlenin komplikasyonlarına (etraf organlara bası, hazımsızlık, karın ağrısı, karın içi rüptür vb.) bağlı olarak veya tesadüfen konulur. Biz bu yazıda primeri belli olmayan kitleye cerrahi eksizyon sonrası mezenterik kisitk lenfanjiyom tanısı alan olguyu değerlendirdik. Elli yaşında kadın hasta karın ağrısı nedeniyle tarafımıza başvurdu. Tanı amaçlı yapılan görüntüleme tetkiklerinde karın içinde 7x8 cm boyutunda karaciğer sağ lob ile ilişkili kitle saptandı. Yapılan operasyonda düzgün sınırlı mezenterik kökenli olduğu gözlenen kitle eksize edildi. Postoperatif dönemde sorun yaşanmayan hastanın patolojik değerlendirmesi kistik lenfanjiyom olarak bildirildi. Bir yıllık izlemde, kontrol görüntüleme tetkiklerinde (batın ultrasonografısi ve tomografisi) yineleme saptanmadı. Primer etyolojisi bilinmeyen düzgün sınırlı karın içi kistik kitle olgularında mezenterik kistik lenfanjiyom ayırıcı tanıda düşünülmelidir ve bu olgularda kitlenin tamamiyle eksizyonu tedavi için yeterlidir.
Mesenteric Lymphangioma is a rare entity which is usually benign as well as diffîcult to diagnose in the preoperative period. Mesenteric and retroperitoneal cystic lymphangiomas comprise less than 5% of all lymphangiomas. It is often discovered accidentally or due to some clinical features resulted from a variety of complications such as pressure on surrounding organs, dyspeptic symptoms, abdominal pain, intraabdominal rupture, etc, We herein presented a case of histologically proven mesenteric cystic lymphangioma following surgery due to an intraabdominal mass of unknown primary origin. A 50-year old woman admitted to the hospital with abdominal pain. Radiological studies revealed a well-margined abdominal cystic mass measuring 7x8 cm next to the right hepatic lobe. In the operation, a cystic mass derived from mesentery was observed and totally excised. Histological examination confirmed mesenteric cystic lymphangioma and postoperative period was uneventful. During one year follow-up period, no recurrence was documented by radiological studies, namely, abdominal ultrasonography and tomography. Mesenteric cystic lymphangioma should be considered in the differential diagnosis of the well- margined intraabdominal masses with unknown etiology and total excision of the mass maintains cure treatment.

9.A Rare Syndrome That Is Accompanying Bronchiectasia: Kartagener's Syndrome
Özgür Uslu, Ahmet Emin Erbaycu, Mehmet Gülpek, Fevziye Tuksavul, Salih Zeki Güçlü, Kenan Can Ceylan, Oktay Başok, Arman Afrashi
doi: 10.5222/terh.2008.19616  Pages 44 - 47 (1517 accesses)
Bronşektazi, kronik sinüzit ve situs inversus üçlüsü Kartagener Sendromu (KS) olarak bilinmektedir. Yazıda 13, 16 ve 41 yaşında olan üç olgu sunulmuştur. Tüm olgularda situs inversus totalis, bronşektazi ve kronik sinüzit saptanmıştır. Olguların ikisinde bronşektazi nedeniyle akciğer rezeksiyonu uygulanmıştır. Kartagener Sendromu kişinin aktivitelerini kısıtlayan ve morbidite kaynağı olan süreğen bir hastalıktır.
The presence of bronchiectasia, chronic sinusitis and situs inversus is known as Kartagener's Syndome. Three patients were presented in the paper, at age 13, 16 and 41 years old. Situs inversus totalis, bronhiectasia and chronic sinusitis were diagnosed in all patients. Pulmonary resection was performed in two patients because of bronhiectasia. Kartagener's Syndome is a chronic disease that restricts the activities of patient and causes a potential of morbidity.

10.A Case Of Cystic Lymphangioma in Spleen
İlkay Yüksel, Semra Salihoğlu, Yener Çınarlıer, Mustafa Taner Bostancı, Hüseyin Coşkunçay, Hüseyin Oğuzhan İnan
doi: 10.5222/terh.2008.43726  Pages 48 - 50 (1034 accesses)
Lenfanjiyomlar genellikle çocukluk çağında nadiren 20 yaşına kadar ortaya çıkan benin konjenital bir lenfatik sistem hastalığıdır. Soliter veya kistik olabilirler. En sık yerleşim yerleri boyun (%75) ve koltuk altı bölgesi(%20) olmakla birlikte; dalakta da nadir olarak görülürler. Bu olguda; 47 yaşında asemptomatik ve yapılan tüm karın US ve BT sonuçlarıyla dalakta kistik lenfanjiyom tanısı alan kadın hastanın cerrahi tedavisi ve patolojik sonuçları sunulmuştur.
Lymphangiomas are congenital lymphatic system diseases usually seen in early childhood but can rarely be seen up to 20's, can be solitary and cystic. Although neck and axillary regions are the most common localizations for lymphangioma, it is rarely seen with spleen in this case; we present the pathological findings and surgical procedures of a 47 year old asymptomatic woman who had been diagnosed as cystic lymphangioma of the spleen by US and CT fındings.

LETTER TO THE EDITOR
11.Panel of the Skin Sparing Mastectomy
Ragıp Kayar, Savaş Koçak, Mehmet Alper
doi: 10.5222/terh.2008.47048  Pages 51 - 52 (1325 accesses)
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale