E- ISSN: 3023-6215
ANATOLIAN JOURNAL OF GENERAL MEDICAL RESEARCH - Anatol J Med : 7 (1)
Volume: 7  Issue: 1 - 1997
CLINICAL RESEARCH
1.The Topical Effect Of Intravesical Oxybutynine On Rat Bladder
Bülent Semerci, Erdal Apaydın, Taner Akalın, Özlem İlbey, Ayhan Verit, Atalay Güran, Özcan Erhan, Nurullah Mülazımoğlu
doi: 10.5222/terh.1997.30632  Pages 1 - 4 (1115 accesses)
Mesane içinde oksibutinin, belirgin bir antikolinerjik yan etkiye neden olmaksızın, nörojenik mesane disfonksiyonlarmın tedavisinde etkili bir biçimde kullanıldığı bildirilmektedir. Fakat, mesane içinde oksibutinin mesane üzerine olan lokal etkileri ve bu ilacın mesane mukozası için güvenilirliği belli değildir. Bu çalışmanın amacı, bir hayvan modeli üzerinde mesane içine verilen oksibutinin mesane üzerindeki lokal etkilerini incelemektir. Değişik dozlardaki oksibutinin, aralıklı kateterizasyon ile fare mesanesine verildi. 5 instilasyon sonrası, 13. gün, histolojik inceleme için mesane çıkartıldı. Yüksek dozda ilaç verilen farelerde, ilacın mesaneden emilimi sonucu kilo kaybı ve kaşeksi gözlendi. Yine bu grupta mesane muzokasında ve mesane duvarında meydana gelen değişiklikler gözlenmedi. Çalışma sonuçlarımız, uygun dozda kullanılan mesane içi oksibutinin mesane dokusu için güvenli olduğunu göstermiştir.
Oxbutynine applied intravesically has been reported to have excellent efficacy in the treatment of neurogerıic bladder dysfunction without significant systemic anticholinergic side effects. But, the topical effects of intravesical oxybutynine on the bladder are unclear and safety of the local tissue is not established. The aim of this study was to evaluate the topical effects of intravesical oxybutynine on an animal model. Intravesical oxybutynine was instilled into rat bladder in graded doses by repeated cathetererizations after 5 doses were given, on the thirteenth day, bladder were resected for histological study. In the high dose group, systemic absorbtion from the bladder caused weight loss and cachexia. In the same group, mucosal ulcerations were also detected on the bladders. In the other groups, there was no clear evidence of drug- related mucosal change on bladderwall. Our findings support that the usage of intravesical oxbutynine at appropriate dose is safe the local tissue.

2.The Importance of IN VIVO and IN VITRO Technics With PPD For The Diagnosis of Childhood Tuberculosis
Güzide Aksu, Savaş Kansoy
doi: 10.5222/terh.1997.64609  Pages 5 - 11 (885 accesses)
Tüberkülin deri testi, günümüzde tüberküloz tanışma yardımcı bir teknik olarak sıklıkla kullanılmaktadır. Lenfositlerin PPD ile uyarımı ise henüz klinik pratiğe yerleşmemiş olmasına rağmen tüberkülin deri testinin yanısıra kullanılabilecek, hassas bir test olarak tanınmaktadır. Bu iki teknik birlikte değerlendirilirken özellikle deri testinin yanlış pozitif olduğu durumların iyi ayırdedilmesi gerekmekte, in vitro testlerin ise standardizasyonunun tam olmamasının yol açabileceği sonuçlar önemle gözününde bulundurmalıdır.
Tuberculin skin testing is a useful technique that has been extensively used for the diagnosis of tuberculosis lately. Stimulation of lymhocytes with PPD is known to be a sensitive in vitro test that can be ıtsed besides skin testing although it is not that common in clinical practice. During the evaluation of these techniques, special attention should be spent on the circumstances that result in false negative or positive skin tests and besides, irrelevant results that can be due to incomplete standardization of in vitrotests should be helt in mind.

3.Umblical Cord Blood Collection Technics
Savaş Kansoy, Berna Atabay, Ahmet Keskinoğlu, Serap Aksoylar, Haldun Öniz, Güzide Aksu, Suat Çağlayan
doi: 10.5222/terh.1997.78245  Pages 12 - 17 (988 accesses)
Kemik İliği Transplantasyonu (KİT) uygulamaları, doku gurupları tam uygun verici bulma zorluğu ve sık "Graft Versus Host Hastalığı (GVHD) " gelişmesi nedeni ile sınırlı kalabilmektedir. Umblikal kord UKK) kanı kullanım, KİT ile gelen birçok problemi ortadan kaldırabilmekte, araştırma çalışmaları ve KİT için mükemmel bir hematopoietik kök hücre kaynağı olarak giderek daha fazla kullanılmaktadır. Bu çalışmada umblikal kord kanı toplanması için, branül kullanılarak basit ve daha az invazif bir teknik geliştirildi. Çalışma esnasmda UKK toplanması için "Şırınga", Şırınga+Flaş", "Kesi+Drenaj", Kesi+Flaş+Drenaj" olarak dört farklı yöntem kullanıldı. UKK ürünleri, miadında ve 'vaginal doğum yapan kadınlarda, plasenta in utero iken elde edildi. Toplam 82 hastanın 52'si şırınga gurubunda yer alırken, kalan 30 hasta diğir üç guruba eşit olarak dağılmakta idi. Kord kanı ürünlerinde volüm 94.1±24 ml (50-160), Hb; of %15.5±2.25 g, Htc; of %46.5±7.2, total mononukleer hücre MNC sayısı 70.4±32.1x107(29.5-203.0), ortalama beyaz kan hücresi (BKH) sayısı 16.1±6.8xl09/lt (6.2-46.0), CD34(+) hücre oranı %0.8±0.4(0.13-1.75), toplanı CD34(+) hücre sayısı 54.9±34xl05(5.0-147.8) olarak bulundu. Tüm ürün toplama teknikleri karşılaştırıldığıııda; Hb, Ht, total BKH ve MNH değerleri, CD34(+) hücre oranları ve sayüarı açısından dört gurup arasmda istatistiki olarak anlamlı fark olmadığı görüldü (K.Vvallis ve M.Whitney-U testleri).
Bone Marrovv Transplation (BMT) is limited by the paucity of HLA matched donors and the frequent occurrence of GVHD (Graft Versos Host Disense). The use of umblical cord blood (UCB) may alleviate some of the problems associated with BMT. Human UCB is an excellent source of hematopoietic stem cells for research and BMT. We developed a simple and less invasive technique using branules,by which sufficien progenitor cell collection has also beeen provided. During the study we used four different methodes for UCB collection; "syringe only", "syringe+flush", "cut+drain" and "flush+cut+ drain". UCB samples were obtined from normal fullterm vaginal deliveries. Collections were made, while the placenta was still in utero. Of total 82 cases studied, "syringe only", group included 52 cases, while other 30 patients were distributed equally in other three groups. Cord blood harvests had volumes; of 94.1±24 ml (50-160), Hb; of %15.5±2.25 g, Htc; of %46.5±7.2, total MNC counts; of 70.4±32.1x107(29.5-203.0), mean NC counts; of 16.1±6.8xl09/lt (6.2-46.0), CD34(+) celi ratio; of %0.8±0.4(0.13-1.75), total CD34(+) cell counts; of 54.9±34xl05 (5.0-147.8). Comparison of all of the groups has shown, that there vvere no statistically significant difference in respect of Hb, Htc, total WBC and MNC values, the ratio and the number of CD34(+) cells (K. Wallis and M. Whitney-U tests)

4.The Relationship Between Microalbuminuria and Plasma Fibronectin Levels in Hypertensive Patients
Mert Özbakkaloğlu, Ayşın Harmanda, Çiğdem Erten, Sema Özinel, Coşkun Yavuzgil
doi: 10.5222/terh.1997.93902  Pages 18 - 21 (1011 accesses)
Çalışmamızda, hipertansiyonun ortaya çıkardığı mikro ve makrovasküler potolojilerin güvenilir bir yansıtıcısı olan mikroalbüminüri ile ekstraselüler matriksin önemli bir elemanı olan ve trombosit aktivitesi ile de ilişkili olan fibronektin'in plazma düzeyleri arasındaki ilişki araştırılmıştır. Hipertansif grup 38 hasta, normatensif kontrol grubu ise 19 hasta içermektedir. Hipertansif grupta mikroalbüminüri değerleri 21.96+ 5.18, kontrol grubunda ise 6.54+ 2.43 olarak bulunmuştur (p <0.001). Grupların fibronektin değerleri arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmamıştır (p<0.05). Mikroalbüminüri ile fibronektin değerleri arasında hipertansif grupta ileri anlamlı istatiksel ilişki (r=0.497) saptanmış olup bu 0.001'den küçük bir p değerini ifade etmektedir. Bu ilişki normtensif grupta gözlenmemiştir (p>0.05).
In this clinical study, we have studied the relationship between microalbuminuria and plasma fibronectin levels in the hypertensive study and normotensive control groups. Hypertensive group had 38 patients and control group had 19 patients. Microalbuminuria values were 21.96+5.18mg/L for hypertensive group and 6.54+ 2.43mg/L for normotensive group (p<0.05). In the study group very significant statistical relation between microalbuminuria and fibronectin values(r=0.497) was obtained (vvhich indicated a p value smaller than 0.001) while on the contrary no relation (p> 0.05) was observed in the control group.

5.Value of Serum Carnitine in Dilated Cardiomyopathy
Ziya Günal, Harun Yenice, Sinan Erten, Aysel Akgüner, Bülent Ildız, Çiğdem Erten, Adnan Coşkun
doi: 10.5222/terh.1997.37632  Pages 22 - 26 (929 accesses)
Dilate kardiomyopati ventrikiillerin bir yada ikisinin genişlemesi ve sistolik fonksiyonlarının bozulması ile karekterli bir sendromdur. Karnitin, mitokondriyuma uzun zincirli yağ asitlerini taşıyarak, beta oksidasyon yolu ile miyokardın kasılması için gerekli olan ATP yapımında rol oynayan bir peptiddir. Çalışmamızda, 17 idiopatik dilate kardiyomiyopatili hastanın ve 9 sağlıklı kişiden oluşan kontrol grubunun serum karnitin düzeyleri enzimatik UV metodu ile ölçüldü. Ayrıca Ejeksiyon fraksiyonu, sol ventrikül diyastol sonu çapı ve: QRS genişliği gibi idyopatik dilate kardiyomiyopatide kötü prognozu gösteren parametreler renkli Doppler ekokardiyografi ve EKG cihazları kullanılarak hesaplandı. Kontrol grubu ile idyopatik dilate kardiyomiyopati'li hasta grubu arasında serum kamitin düzeyleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05). Serum karnitin düzeyi ile QRS genişliği ve hemodinamik parametreler arasında ilişki saptanmadı. İdyopatik dilate kardiyomiyopati'li hastalarda serum karnitin düzeyi ölçmenin etyolojik ve prognostik açıdan bir anlamı olmadığı sonucuna varıldı.
Dilated cardiomyopathy is a syndrome characterised by cardiac enlargemerıt and impaired systolic function of one or both ventricles. Carnitine, is a peptid that plays key role in the transport of long chain fatty acid to mitochondrion where ATP is produced via ß oxidation for contraction of myocardium. Levels of serum carnitine were measured in 17 patients with idiopathic dilated cardiomyopathy using enzymatic UV. Results were compared with 9 controls. Ejection fraction, left ventricle and-diastolic diameter and QRS wideness are parameters that are accepted as poor prognosis also measured using colour Doppler echocardiography and ECG. There was no statistical significance between the two groups according to serum carnitine levels (p>0.05). Serum carnitine levels did not show positive correlation with hemodynamic parameters and QRS wideness. As a conclusion the measuring of serum carnitine is not a predictive method to assess etiology and prognosis in idiopathic dilated cardiomyopathy.

6.Evaluation of 250 Acute Rheumatic Fever Cases
Güven Çiçekoğlu, Füsun Atlıhan, Ferah Genel
doi: 10.5222/terh.1997.45710  Pages 27 - 32 (901 accesses)
1990-1995 yılları arasında başvuran 250 akut romatizmal ateş tanılı olgu, epidemiyolojik, klinik, laboratuvar özellikleri ve prognozları yönünden retrospektif olarak araştırıldı. 250 olguda kardit, artrit, kore, artrit+kardit ve eritema marginatum+artrit sıklığı sırasıyla % 69.2, %21.6, %3.2, %4.8 ve %1.2 olarak saptandı. Artrit ve karditli olgularda cinsiyet dağılımı yönünden fark izlenmez iken koreli olguların çoğunluğu kız olgulardan oluşmakta idi. Kardiyak oskültasyon ile olgularm %67.6'sında üfürüm saptandı. Telekardiyografide olgularm %64.4'ünde kardiyomegali, elektrokardiyografide olgularm %51.6'smda patoloji izlendi. Ekokardiyografi ile olgularm %74'ünde kardit ile uyumlu bulgular gözlendi. En yüksek oranda saptanan patoloji mitral yetmezlik idi (%77.8). Tüm olguların 1-5 yıl arası izlemlerinde %9.6 oranında reaktivasyon belirlendi.
Epidemiological, clinical, laboratory and prognostic parameters of 250 children diagnosed as acute rheumatic fever between the years of 1990-1995 were evaluated retrospectively. Among 250 patients, the incidence of carditis, arthritis, chorea, arthritis+ carditis and erythema marginatum+ arthritis were 69.2 %,3.2%,4.8% and 1.2% respectively. No Sex difference was found among patients with arthritis and carditis but female predominance was evident among chorea cases. Cardiac murmur was obtained in 67.6 % of the cases by cardiac osculta- tion. In 64.4 % of the cases, cardiomegaly and in 51.6 % pathological electrocardiography findings were observed. In 74 %, echocardiographic evaluations showed positive correlation with carditis. Mitral insufficiency (77.8%) was the most common cardiac involvement. The reactivation rate was 9.6 %. During lto5 years of follow up.

7.Lamotrigine Usage in Intractable Epilepsia
Yaşar Zorlu, Murat Özçelik, Mustafa Özkan, Fadime Güven
doi: 10.5222/terh.1997.52458  Pages 33 - 38 (943 accesses)
Epilepsi polikliniğimizce izlenen, politerapiye rağmen aylık nöbet sayısı 2 ya da daha fazla olan hastalar dirençli olarak kabul edildi. Toplam 47 hasta nöbet tipine göre; Primer jeneralize (16 hasta, ortalama yaş =17.12), Basit parsiyel (16 hasta, ortalama yaş =17.75), Kompleks parsiyel (15 hasta, ortalama yaş =24.30) olmak üzere üç grupta topladık. Bu hasta grubuna ek tedavi olarak lamotrigin başlandı ve 1 yıl boyunca aylık nöbeti gün ve aylık nöbet sayıları izlendi. Primer jeneralize grupta 10 (%62.50), basit parsiyel grupta 8 (%50) ve kompleks parsiyel grupta 8 (%53.34) hasta nöbetsiz hale geldi. Aylık nöbet sıklığında %50 ve daha fazla azalma, birinci grupta 5 (%31.25) hasta (p=0.001), ikinci grupta 6 (%37.50) hastada (p=0.036) ve son grupta 8 (%53.34) hasta (p=0.001) gözlendi Tüm gruplarda aylık nöbet sıklığındaki azalma istatistiksel olarak anlamlı idi. Nöbet sayılarındaki azalmanın yanısıra aylık nöbetli gün sayısmdaki azalma da her 3 grupta istatistiksel olarak anlamlı idi. Sonuç olarak diyebiliriz ki; lamotrigin dirençli epilepsi grubunda geniş endikasyon alanına sahip etkin bir antiepileptik ilaç olarak görünmektedir.
In this study, patients having two as more seizures per month, in spite of receiving polytherapy, are accepted to have intractable epilepsy. The total of 47 patients were divided into three groups, according to the types of seizures they had; primary generalized (16 patients with mean age of 17.12) simple partial (16 patients with mean age of 17.75) complex partial (15 patients with mean age of 24.33) Lamotrigine was added to their initial treatment and they were followed for one year and the number of seizures occuring in a day were recorded. In the primary generalized group 10 (62. 5%), in the simple partial group 8 (50%) and in the complex partial group 8 (53. 34 %) patients became seizure-free. The frequency of the seizures were decreased 50 % or more monthly in 5 (31.25%) patients in the first group (p=0.001), 6 (37.50%) patients in the second group (p= 0.001). Reduction in seizure frequency in all three groups was statistically significant. Lamotrigine beeing added in the therapy was effective in the treatment of intractable epilepsy.

8.Upper Gastrointestinal Tractus Bleeding in Children: Evaluation of Endoscopic Findings in 15 Cases
Erhun Kasırga, Sedat Ertem, Esra Özer, Ali Rahmi Bakiler, Nejat Aksu, Işın Yaprak
doi: 10.5222/terh.1997.97970  Pages 39 - 42 (1114 accesses)
Bu çalışmada üst gastrointestinal sistem kanaması nedeniyle başvurulan 15 çocukta endoskopik inceleme sonuçları değerlendirilmektedir. Olguların yaklaşık yarısı melena yakınması ile gelmiş olup 4 olguda salisilat kullanımı, 5 olguda geçirilmiş üst gastrointestinal sistem kanaması bulunmuştur. Hastaneye başvurudan endoskopiye kadar geçen süre uzadıkça endoskopik tanı oranında azalma görülmüştür. Endoskopiye alman olgularm 4'ünde (%26.6) aktif olarak kanayan lezyon,4'ünde (%26.6) yakın zamanda kanayan lezyon, 6'sında (%40) kanama bulgusu olamayan lezyon saptanmıştır.
The purpose of this study is to evaluate endoscopic findigs in children with upper gastointestinal tractus bleeding. Approximatel half of the patients presented with melena and history of salicylate administration and upper gastrointestinal tractus bleeding was found. The diagnostic rate of endoscopy showed correlation with period between onset of symptoms and the procedure of endoscopy. The main endoscopic findings were active bleeding lesions, 4 (26.6%); recently bleeding lesions, 4 (26.6%); and nonbleeding lesions, 6 (40%).

CASE REPORT
9.Color Doppler in The Diagnosis and The Follow Up of The Carotid Cavernous Fistula
İlgün Canbeyli, Ayfer Aksöz, Zühal Gürcan, Teoman Özek, Harika Çevikel, Güler To Tolganay
doi: 10.5222/terh.1997.38142  Pages 43 - 48 (1086 accesses)
Renkli Doppler ultrasonografinin, karotikokavernöz fistül olgularının tam ve izlenmelerindeki yerini belirlemek amacıyla, Radyoloji Kliniği ile ortak bir çalışma planlandı. Bu çalışmada; üç spontan ve bir travmatik, toplam dört karotikokavernöz fistül olgusu, diğer tanı yöntemlerinin yanısıra, renkli Doppler ile de değerlendirildi. Gerekli tedavileri yapıldıktan sonra, olguların kontrollerinde de aynı yöntem kullanıldı. Renkli Doppler ultrasonografi ile bütün olgularda; üst oftalmik venlerde genişleme ve içlerindeki arteriyalize, pulsatil akım gösterilmiş, tedavi sonrasında normal venöz akımı dönüş görüntülenmiştir. Karotikokavernöz fistül olgularının tanı ve izlenmesinde olduğu kadar, uygulanan tedavinin etkinliğinin araştırılmasında da bu noninvaziv ve kolay yöntemin tercih edilmesi gerektiği düşünülmüştür.
A collaborative study was planned with the Department of Radiology to define the role of color Doppler Ultrasonography in the diagnosis and the follow up of the carotid cavernous fistulas. In this study; three patients with spontaneous and one patient with traumatic carotid cavernous fistulas were evaluated with color Doppler imaging, besides other techniques. After the treatment, color Doppler was also used in the follow up period. With this technique, dilated superior ophtalmic veins with arterialized blood flow were demonstrated, and after the treatment, normal venous flow pattern was observed. Because of easy application, this noninvasive techique is preferable in the monitoring the efficacy of treatment, as well as in the diagnosis and follow-up of carotid cavernous fistulas.

10.Hemophagocytic Lymphohistiocytosis in Childhood: A Case Report
Berrak Sarıoğlu, Dilber Bektaşlar, Serap Aksoylar, Ümit Bayol, Fatma Nur Aktaş, Işın Yaprak, Savaş Savaş Kansoy
doi: 10.5222/terh.1997.55902  Pages 49 - 52 (986 accesses)
Yüksek ateş, öksürük, ishal tablosuyla gelen; splenohepatomegali, pansitopeni, hipertrigliseridemi, hipofibrinojenemi ve kemik iliği aspirasyonunda histiyosit artışı saptanan 10 aylık erkek çocuk Hemofagositik Lenfohistiyositoz (Histiyositoz Sendromu) tanısı aldı. Yatışının 26., kemoterapinin 5. gününde eksitus oldu. Otoside organlarda hemofagositoz gösteren histiyositler saptandı. Nadir görülmesi, öldürücü bir antite olması nedenleriyle sunuldu.
A 10 Month old baby presented with fever, caugh, diarrhea assoiated with splenohepatomegaly, pancytopenia, hypertriglyceridemia and hipofibrinogenemia. There was histiocytosis in the bone marrow examination. He died on the 26th day after being admitted to. He died on the 5th day of the chemoterapy. We determined hemophagocytosis in solid organs on postmortem examination. As a result of these findings he was diagnosed hemophagocytic lymphohistiocytosis and was reported because it was also a rare and fatal syndrome. Hemophagocytosis, Histiocytosis, Splenohepatomegaly

OTHER
11.Scientific Evaluation-Process of The Journal of SSK Tepecik Teaching Hospital: The effect of the time- duration in the evaluation-process.
Ragıp Kayar, Vildan Kalonya
doi: 10.5222/terh.1997.23941  Pages 53 - 56 (889 accesses)
Bu çalışmada son 2 yılda dergimize başvuran 49 makalenin inceleme sürecinin zamanla ilişkisini inceledik. Editör yanıtı ortalama 103 günde, incelemeci yanıtı ortalama 26 günde ve yazar yanıtı ortalama 54 günde sonuçlandı. Yayınlama süresi ise 11.7 ay idi. Bu sonuçlar çift hakem okumalı bir dergide bilimsel inceleme sürecininin yayınlanma süreci içinde %50'den daha kısa bir bölümü kapsadığmı göstermektedir. Dizgi-baskı sürecinin 6 aylık bir ortalamaya ulaşması derginin geç çıkmasının başlıca nedeni olmaktadır.
In this study, we evaluated the relationship between peer review and delayed publishing in 48 paper which admitted to our journal in last two years. Editorial-reply period was 103 days on average. peer reviewer-reply period was 26 days on average. Author's reply was 54 days on avarage. So the complete publishing-process took 11.7 months on average. So the compiete pubiishing-process took 11.7 months on average. These results show that the peer review period of a paper is less than 50 percent of overall publishing process is the main cause of delayed publishing in our journal.

LookUs & Online Makale